Yeni Makaleler

Liderlik Tanımında Yer Almayan Bir Kavram; Erdemli Olmak!..

Liderlik genel anlamı ile ve kısa bir şekilde  “…Takipçilerini  etkileyerek, kurumsal amaç ve hedeflerin gerçekleştirilebilmesi yolunda onları yönlendirmek ve yönetmek…” olarak tanımlanmaktadır. Tanımda öncelikle takipçileri bir etkileme sürecinden bahsedilmekte, son kısımda da onları yönlendirmek ve yönetmek ibareleri yer almaktadır.

Ama önemli bir ahlaki kavram olan ‘Erdemli Olmak’ liderlik tanımlamasında yer almamaktadır. Aslına bakarsanız  insanı tanımlarken de bu kavram tanımlamada yer almaz.  Çünkü her insanın erdemli olması, kalabilmesi ve uygun bir  davranışta bulunmasını  bekleyemeyiz.

Peki  liderlerimizden erdemli olmalarını bekler miyiz?..  veya beklemeli miyiz?..

Bu soruyu herkes kendi cevaplasın…

Bugün  insana yakışan ‘Erdemli Olmak’ ahlaki kavramını liderlik bağlamında tartışmak istiyoruz.

‘Fazilet’ olarak da adlandırılan ‘Erdem’, bireylerde karakter özellikleri itibarı ile içinde bulunulan zaman ve toplumsal kültür değerlerince tanımlanmış olumlu ‘fazlalık, üstünlükler’ anlamına gelmektedir. Erdem kavramı, ahlakın övdüğü ve ahlaklı olmanın gerektirdiği doğruluk, yardımseverlik, yiğitlik, bilgelik, alçakgönüllülük, iyi yüreklilik, dengelilik gibi nitelikleri; insanın ahlaksal olarak iyiye yönelmesini ve ruhsal yetkinliğini göstermekte, tanımlamaktadır.

Antik Yunanda zamanın yerleşik ahlaki değerlerini eleştiren Stoa felsefesinin kurucusu Zenon, insanlar için iyi ve doğru olanın şan, şöhret, zenginlik, mevki, makam gibi dünyevi başarılar ve değerler olmadığını; iyi ve doğru olanın sadece bireyin düşünce, eylem bütünlüğü ve dinginliğe ulaşmış zihinsel bir durumu olarak tanımladığı ‘erdemlilik’ olduğunu belirtmektedir.

Stoa felsefesi dışsal olaylara kayıtsız kalarak ve onlardan etkilenmemeyi benimseyerek insanın kendine hakimiyeti ve bağımsızlığını, yetkinliğini ve mutluluğunu amaçlayan öğretilerden oluşmakta; mantıkçı yaklaşımı ile  aklı, erdem öğretisi ile ahlakı ön plana çıkartmaktadır. Erdem bir insani özelliktir ve bu özellik bireyin olaylar karşısında tutum, düşünce, davranış, ve ilişkilerine doğrudan veya dolaylı bir şekilde yansır.

Stoacılara göre erdemsiz insan genellikle dünyevi anlamda zenginlik, makam, şöhret gibi pek çok şeye sahiptir, ama mutsuzdur. Her zaman sahip olduklarını kaybetme korkusu, endişe, tutku, üzüntü gibi duygusal hareketlilik içindedir. Duygusal düşünce ve davranışları ölçülü ve dengeli değildir. Özgüveni yoktur. Güçsüzdür, cesaretsizdir. Zengin olabilir ama itibarı yoktur. Bu yüzden itibar sağlamak için makam ve mevki peşindedir.

Bütün bunlardan dolayı erdemsiz insan mal mülk sahibi olabilmek; olduktan sonra yerini, mülkünü, mevki ve makamını koruyabilmek, ayakta kalabilmek için kendisine bir destek bulmak, böylece elde ettiğini sandığı güçlenme hissini duyumsamak arzusu taşır. Bu bağlamda erdemsizlik, bireylerdeki düşünce ve eylem tutarsızlığı, insani değerlerin bir zayıflığı, hatta hastalığı gibidir.

Stoacı felsefeye göre iyi insan olmak aynı zamanda iyi yurttaş olmak demektir. İyi yurttaş olmak ise adil, ölçülü, dengeli, tutarlı, ilkeli ve bilge olmakla mümkündür. Bu nedenle zamanın çoğu düşünürü erdemi ‘bilgi’ olarak da tanımlar. Bu bilgi, insanın kendisini tanımasını, nelere yaklaşıp, nelerden uzak durulması gerektiğinin farkında olunmasını gerektirir.

Yukarıda bahsedildiği gibi, toplumda ve insanda bulunması gereken en yüce iyinin, doğrunun erdem olduğuna, erdemin ise doğanın yasasına uymak olduğunu savunan Stoacı görüş, ahlak felsefesine ‘ödev’ kavramını getirmiştir. Hak sahibi  insanın, yurttaş, mal sahibi, arkadaş, dost olarak da farklı ödevleri vardır. Bu ödevlerin en başında da, başkalarının hakkına saygılı, adil, vefalı ve sadık olunması gelir. Erdemli bir kişi, toplumun ortak değerleri olan çalışkanlık, görev duygusu, şeref, adalet, dayanışma, yardımseverlik, merhamet gibi yüksek değerlere bağlıdır.

Erdemli kişi aynı zamanda cesaret sahibi kişidir. ‘Yiğitlik, kararlılık, ataklık, dayanıklılık, utanç gibi fiziksel ve ahlaki özellik ve eylemlerle; korku, acı, risk, tehdit durumları ile başa çıkabilme yeteneği’ olarak tanımlanan cesaret, bir yönüyle insanın kendisi olabilmek için attığı bir adımdır. Cesaret insanda korku duygusunun bulunmaması demek değildir. İnsani bir duygu olan korkuyu herkes her zaman yaşayabilir. Cesaret, doğru bildiği yolda insanın korkuya teslim olmadan ilerlemesi, yola devam etmesi demektir.

Bu konuda Stoacı bir filozof olan Agrippinus (M.S. 1.Yüzyıl) ile  toplumun tanınmış bireylerinden Florus arasında geçen diyalog aşağıda:

Zamanın Roma imparatoru Nero, zalim, acımasız ve aşağılayıcı yönetimi ile bilinmektedir. Dönemi süresinde Roma’nın en yetkin devlet adamlarını, senatörlerini, hatta annesini ve üvey kardeşini dahi çeşitli yöntemlerle öldürmekten, ortadan kaldırmaktan çekinmemiştir.

Nero, Roma’nın tanınmış ailelerinden birinin üyesi olan Florus’a da takmıştır aklını. O’nu aşağılamak, itibarını düşürmek için, arenada halk önüne çıkıp dans etmesini ister.

Florus, İmparator Nero’nun istediğini yapmadığı takdirde kendi sonunun iyi olmayacağını, büyük olasılıkla idam edileceğini; istediğini yapıp dans etse de ailesinin gururunun kırılacağını ve halk nezdinde itibar kaybedeceğini düşünür, iş’in içinden çıkamaz.

Durumu zamanın Stoik filozoflarından Agrippinus’a açar, ne yapması, nasıl davranması gerektiği hakkında görüşünü sorar. O’ndan beklediği cevap “..Ne olursa olsun, dik dur, eğilme zalime karşı… Doğru olan budur…” diyeceğidir. Çünkü Stoa öğretisi bu cevabı gerektirmektedir.

Ama Agrippinus Florus’a, vereceği cevabın öneminin kalmadığını söyleyerek, “…Git arenaya, çık dans et,.. Önemli değil…” cevabını verir.

“…Peki, sen olsan böyle bir durumda  arenaya çıkıp dans eder miydin ?.. diye sorar Florus.

“ Böyle bir durumda ne karar vereceğimi, nasıl davranacağımı hiç düşünmedim ve kendimce sorgulamam bile…” der, Agrippinus.  “… Böyle bir durumla karşılaşan bir kişi eğer durup düşünüp, karşılaşacağı olası sonuçları değerlendirip, kendi kendine nasıl davranması gerektiğini sorgulamaya başlarsa, benliğini, öz’ünü, duruşunu, en önemlisi doğru’yu zaten kaybetmiş demektir. ‘Yaşam mı, ölüm mü ?..’ diye kendini sorguladığında cevabım, tabii ki ‘yaşam’…; ‘Mutlu olmak  mı, acı çekmek mi?..’ diye kendine sorgulama yaptığında  cevabım yine aynı yönde, tabii ki ‘mutlu olmak…” “…Bu nedenle  sen, eğer  ‘oyunlara katılıp dans etmezsem başım kesilecek…’ diye bir düşünceye sahip olup bu konuda kendini sorgulamaya başladıysan, cevabım, ‘Git çık arenaya, dans et katıl oyunlara…’ olur. Ama bana soruyorsan ben böyle bir durumda  kendi kendime sorgulama yapmam…. Onun için oyunlara katılmam da, dans etmem de, sonuçları ne olacak diye  kendi kendime tartışmam da hiçbir zaman…”

Makam, mevki, şan, şöhret, mal ve hatta can olağan  insanların kafa yorduğu işlerdir. Erdemli insanın özü, gönlü ve mülkü ise karakteridir.

Erdemin gücü ile yöneten liderler de duruşlarını hiçbir zaman bozmazlar, konumlarını hiçbir zaman değiştirmezler. Bu nitelikleri ile, Konfiçyüs’ün sıfatlandırması ile, ışığı sönmeyen ‘kutupyıldızına’ benzerler ve diğer yıldızların saygısını kazanırlar.

Her türlü tehdide, baskıya, korkuya ve acı’ya rağmen erdem sahibi olabilmek, veya kalabilmek…

Gelin bu soruyu bir de kendimize  ve herkese soralım….Erdemli miyiz?..

Ataol Behramoğlu’nun ‘Kendime ve Herkese Sorular’ şiiri aşağıda…

Yukarıdaki şiiri besteleyerek müzik grubu eşliğinde  Dilhan Şeşen’le birlikte seslendiren  Tuna Kiremitçi’nin   videosu da aşağıda…

Okuyalım, dinleyelim, düşünelim, cevaplayalım, ve kendimizi bilelim…

Liderlik kumaşına sahip bulunan kişi, erdemliliği olaylar karşısında doğru davranarak, yolun düzüne giderek, ‘kendini bilerek’ öğrenir… Ve öğrendiği zaman da erdemli yaşamaya başlar.

Bu içeriği paylaşmak istermisiniz?

Facebook
Twitter
LinkedIn

Bu içeriği yorum yazmak istermisiniz?