Ana ülkesinde ulusal pazarlarda faaliyette bulunan işletmelerin, uluslararasılaşması, başka bir söylemle sınırötesi ticari faaliyetlere de yönelmesinin çeşitli nedenleri bulunmaktadır.
Nedenlerden önemli biri, yabancı pazarlarda yaratılacak talebin, ana ülke işletmesinin üretim ölçeğini arttırması sonucunda ürün birim maliyetlerini düşürmesidir. Böylece işletme gerek ulusal pazarlarda gerekse uluslararası pazarlarda, artan üretim ölçeği nedeni ile daha düşük bir maliyetle piyasalara çıkılabilecek ve verimliliğe bağlı olarak maliyet liderliği yolu ile rekabet üstünlüğü elde edilebilecektir.
Ayrıca, farklı pazarların özelliklerine uygun değişikliklerin uygulanması ile işletmenin deneyim eğrisi daha da yükselebilecek, yeni ve farklı ürünlerin sağladığı farklılaşma yolu ile bu üstünlük daha da pekiştirilebilecektir.
Diğer başka bir neden işletmelerin üretim faaliyetleri için gerekli üretim kaynaklarını/faktörlerini bu kaynaklara daha bol olarak sahip bulunan ve ucuz olarak sağlayan yabancı ülkelerden tedarik ederek, ve/veya oralarda üretim yaparak verimlilik sağlaması ve bu yolla rekabet üstünlüğü kazanmasıdır.
Uluslararası ticaret faaliyetleri, aslında işletmelerin yeni karşılaştığı bir olgu değildir. Ancak çağlar boyunca süregelen ve ‘Uluslararası İşletmecilik ve Ticaret Faaliyetleri’ olarak ayrı bir disiplin içinde tanımlanan bu olgu, günümüzde artık genel işletmecilik faaliyeti sürecinin doğal bir unsuru/aşaması olarak kabul edilmektedir. Gerçekten de küresel açılımlı iş yaşamında faaliyet gösteren tüm işletmelerin kıyısından köşesinden bir şekli ile uluslararası/sınır ötesi ticaret ile bir bağlantısı/ilişkisinin bulunmaması, artık pek mümkün gözükmüyor.
Ulusal ve küresel pazarlarda rekabet üstünlüğü kazanımı ise, kurumların kendi yetkinlikleri ve stratejik yönlendirilmeleri yanında, faaliyette bulundukları ülkelerin sahip bulundukları üstünlükleri ve rekabet güçlerine de bağlı olmaktadır.
WEB sitemizde geçtiğimiz günlerde ‘Dünya Ekonomik Forumu : Küresel Rekabet Endeksi’ başlığı ile, toplumlarda çağdaş uygarlık ve refah düzeyinin nasıl kazanılabileceği konusunda pratik bir yol haritası olarak kabul edilebilecek yazı kaleme almış ve kapsamlı açıklamalarda bulunmuştuk.
Bugünkü yazımız da aynı konuya odaklı olarak işletmelerin uluslararası/sınırötesi faaliyetlerinde üstünlük kazanımında önemli olan konuları, bu defa teorik altyapısı ile açıklama amacı taşımaktadır.
Meslektaşlarımızın çok iyi bildiği gibi teori kavramı havada, soyut, anlaşılması güç açıklamaların yer aldığı bir kavram değildir. Aksine, teori dünyadaki karmaşık olguları, ilişkilerini ve bağlantılarını düzenleyerek, basitleştirerek daha anlaşılır hale getirmek için oluşturulan, ve aksi bilimsel yöntemlerle ispat edilene dek alan uzmanlarınca doğru kabul edilen bir düşünce sistemidir. Bu bağlamda teoriler gördüğümüz, duyduğumuz, dokunduğumuz, yaşadığımız olguların arka planındaki mekanizmalarını açıklayarak, olgular hakkında izlenimlerimizle edindiğimiz bilgiyi daha da geliştirir ve pekiştirir.
Uluslararası/sınır ötesi işletmecilik faaliyetlerinde yeni pazar açılımları, kaynak tedariki ve üretim faaliyetlerinde küresel ölçekli çalışmalar gerçekleştirecek ve konu ile ilişkili teorik açıklamalara ilgi duyan meslektaşlarımıza keyifli okumalar dilerim…
Uluslararası Ticari Faaliyetlerde Üstünlük Kazanımı
Küreselleşme ile daha da hızlanan uluslararası ekonomik faaliyetlerin ardında yatan temel neden, faaliyetleri gerçekleştiren ülkelerin, karşılıklı olarak yapılan ticari faaliyetlerin sonucundan yarar sağlamasıdır. Bu faaliyetlerin gerçekleştirilmesinde temel unsur, yapılan ekonomik faaliyette, yüksek verimlilik veya farklılık sağlayarak üstünlük kazanması hususudur.
Bir ülkenin diğer ülkelere kıyasla üstünlüğü, söz konusu ülkenin sahip bulunduğu verimli kaynak, iş süreçleri ve yönetim politikalarının kendisine kazandırdığı yetenekleri kullanarak yaptığı herhangi bir ekonomik faaliyeti, diğer ülkelerden daha verimli ve etkili olarak gerçekleştirmesi durumunda ortaya çıkmaktadır.
Ülkelerin birbirleri ile ticaretinde üstünlük konusu iki boyutta ele alınarak incelenmektedir.
Üstünlüğün ticarette bulunan ülkelerin sahip olduğu veya kolayca erişebildiği üretim faktörlerinin özellikleri ve yetkin ticaret politikalarının yönetiminden kaynaklandığı görüşü ile konuları ele alan araştırmacılar karşılaştırmalı üstünlükler temelinde analizlerini yürütmekte ve açıklamalarını yapmaktadırlar. Makro odaklı ülkeye özgün üstünlüklerin incelenmesine yönelik bu çalışmalar arasında Merkantilizm, Mutlak Üstünlükler, Karşılaştırmalı Üstünlükler, ve Faktör Donanımı teorileri gibi klasik çalışmalar yer almaktadır.
Diğer bir görüş, karşılaştırmalı üstünlüklere sahip ülkelerin avantajlı olduğunu kabul etmekle birlikte, ülkede sınırötesi faaliyetleri yürütecek işletmelerin sahip oldukları varlık ve yeteneklerine dayalı rekabet üstünlüklerinin de, ülkelere üstünlük kazandırdığını ileri sürmektedir. Bu görüş sahipleri analizlerini işletmelerin stratejik yetkinliklerine dayandırmakta, çalışmalarına işletmeye özgü üstünlüklerin sağlanacağı konuları dahil etmektedir. Mikro bakış açılı bu çalışmalar arasında; Ülke Benzerliği, Ürün Yaşam Evresi, Küresel Stratejik Üstünlük, ve Ulusal Rekabet Üstünlüğü gibi çağdaş çalışmalar yer almaktadır.
Uluslararası ticaret teorileri ile ilgili yapacağımız açıklamaların bugünkü ilk bölümünde sadece makro odaklı ülkeye özgün üstünlüklere yoğunlaşan klasik çalışmalar ele alınacak ve açıklamalar yapılacaktır.
İlerideki yazılarımızda ayrıca mikro bakış açılı işletmeye özgü yetkinliklere yoğunlaşan çağdaş ticaret teorileri ile ilişkili çalışmalarla ilgili açıklamaların yapılacağını şimdiden bildirmek isterim.
Merkantilizm-T.Nun
Ülkeye özgü üstünlüklere yoğunlaşan klasik çalışmalar arasında 15-18. Yüzyıllar arasında genel kabul gören bir bakış açısına sahip olan merkantilizm, ülkelerin refahının sahip oldukları altın ve gümüş miktarına bağlı olduğunu ileri sürmektedir. Bu nedenle ülkeler sahip bulundukları altın ve gümüş miktarını çoğaltmalı, harcamasını ise azaltmalıdırlar.
Bunun için de ülkenin ya bu değerli varlıklara doğal olarak sahip bulunması, ya da mal ihracatı(dışsatım) yapıp karşılığında altın ve gümüş kazanması gerekir. Bu yaklaşımda, görüldüğü gibi, ödemeler dengesini olumlu olarak etkileyecek ve altın ve gümüş miktarını çoğaltacak ihracat ön plana çıkmaktadır.
Takriben 1500-1750 yılları arasında literatüre katkıda bulunmuş merkantilist ekonomistler arasında bir İngiliz tüccarı olan Thomas Nun’un(1571-1641) ölümünden sonra yayınlanmış olan “Dış Ticaret’in Yarattığı Hazine” adlı kitabı, bu yaklaşım ile ilgili öncü kaynaklar arasında sayılmaktadır.
Merkantilizm görüş taraftarları aşağıdaki hususları önermektedir; (a) Ülkenin tüm toprakları ve diğer imkanları, tarım, madencilik ve imalat alanında üretim faaliyetleri için kullanılmalıdır. (b) Ülkedeki tüm hammaddeler ve yarı mamuller üretim faaliyetlerine ayrılmalı ve tamamlanmış son ürün olarak üretim gerçekleştirilmelidir. Katma değeri yüksek olan tamamlanmış ürünler yabancı ülkelere altın ve gümüş karşılığı ihraç edilmelidir. (c) Ülkeden başka ülkelere yapılacak altın ve gümüşgönderimi ise önlenmelidir. Bu bağlamda ülkenin zenginliği olan altın ve gümüşün miktarını azaltmaya neden olabilecek ithalat faaliyetleri mümkün olduğunca kısıtlanmalıdır. Örneğin, son mamul üretim aşamasında kullanılması gerekli olan hammadde veya yarı mamul ithalatı yerli malların takası yolu ile yapılmalı, altın ve gümüş karşılığı ithalat ödemesi olabildiğince azaltılmalıdır.
Dikkat edileceği üzere merkantilist görüş taraftarları, ülkeler arasında yapılacak sınırötesi faaliyetleri, ticaretten iki tarafın da kazandığı bir durum olarak görmemektedirler. Merkantilistlere göre ticaret sonucu altın ve gümüşü kendi ülkesine getiren kazançlıdır; altın ve gümüşü ülkesinden herhangi bir sebeple başka ülkelere gönderen ise kaybetmektedir.
Çağımızda da merkantilist düşüncenin zaman zaman ülkelerde taraftar buldukları görülmektedir. Geçmiş yüzyıllarda merkantilizmin sadece altın ve gümüş kazancı temeline dayanan görüşleri, günümüzde dış ticaret ve ödemeler dengesi fazlası oluşturma yönünde yüksek düzeyde korumacı ticaret politikalarını önermektedir. Neo-merkantilizm olarak tanımlanan bu görüş taraftarları ülkeler arasında eşit koşulların olmadığını ve koruma önlemleri alınmadan yapılan serbest ticaretin gelişmekte olan ülkeleri zor duruma sokabileceğini ileri sürmekte ve korumacı ticaret politikaları ile ihracatı arttırmaya, ithalatı ise engellemeye yönelik dış ticaret ve ödemeler dengesinde fazla yaratabilecek düzenlemelerin uygulanmasını desteklemektedirler.
Mutlak Üstünlükler-A.Smith
Ülkeye özgü üstünlükler üzerine yoğunlaşan klasik yaklaşımlar arasında öncülerden biri olan, Adam Smith’in(1723-1790), ileri sürdüğü Mutlak Üstünlükler teorisi, merkantilist yaklaşıma karşı görüşler içermektedir.
Smith ve taraftarlarına göre, bir ülke sadece ihracat yapıp ithalatı kısıtlamamalıdır. Sadece ihracata odaklı, ithalatı engelleyici merkantilist görüşün, üretimde verimli olunmayan mal ve hizmetlerin ülke içinde üretilmesine, ve kaynak israfına yol açacağını; kaynak israfı ve verimsiz üretimin ise toplumun genel refah düzeyinin azalmasına, sadece belirli bir kesimin ise yarar sağlamasına yol açacağını ileri sürmektedirler. Ayrıca bir ülkenin refahı için gereken, sadece sahip olunan altın ve gümüş miktarı değildir.
Smith’e göre birbirleri ile serbest ticaret yapan ülkeler daha fazla refaha sahip olurlar. Bu nedenle ülkeler serbest olarak mal ve hizmetlerini birbirleri ile alıp satmalıdırlar. Doğal olarak da bir ülke kendisinin diğer ülkelerden daha verimli olarak üretebildiği(mutlak üstünlüğe sahip bulunduğu) malları üretip, bu mallarda verimli olmayan diğer ülkelere ihraç etmelidir. Aksine, verimli olamadığı mal ve hizmetleri ise kendisi üretmemeli, bu konuda kendinden daha verimli üretim yapan yabancı ülkelerden ithal etmelidir.
Aslında bu düşüncenin temelinde ‘iş’lerin unsurlarına ayrılması’, yani ‘işbölümü’ ilkesi yatmaktadır. Smith 1776 da kaleme aldığı “Milletlerin Refahı” adlı kitabında iş’lerin unsurlarına ayrılması ile uzmanlaşmanın geliştirileceği, bunun da üretimde verimliliği arttıracağını; bu yolla da ülkelerin diğer ülkelere göre mutlak bir üstünlük kazanılabileceğini ileri sürmüştür.
Yukarıdaki açıklamanın doğal sonucu olarak her ülke, serbest piyasa koşullarında, verimliliğe dayalı mal ve hizmetlerde üretimini arttırmalı, uzmanlaşma yoluna gitmeli, daha sonra da bunları diğer ülkelerin daha verimli olarak ürettiği mallar karşılığında değiş tokuş yapmalıdır. Böylece, belirli mal ve hizmetlerde mutlak üstünlüğe sahip bulunan ülkeler arasında yapılacak mübadele ile serbest ticarete taraf olan her ülkede refah düzeyleri yükselecektir.
Karşılaştırmalı Üstünlükler-D.Ricardo
Karşılaştırmalı Üstünlükler teorisi, farklı özellikli üretim faktörlerine sahipbirey, firma ve ülkelerin arasında yapılan ticarette, tarafların sağladıkları kazançları açıklayan ekonomik bir teoridir.
David Ricardo(1772-1823) tarafından ortaya konulan bu teoriye göre bir ülke iki malın üretiminde dahi diğer bir ülkeye göre, mutlak üstünlüğe sahip bulunsa bile, her iki ülke de aralarında bu iki malı mübadele ederek yarar/kazanç sağlayabilirler.
Bu görüş, ülkelerin mal üretiminde mutlak üstünlüğe sahip bulunup bulunmadığı hususuna değil, iki mal arasında fırsat maliyetleri açısından hangi malı üretmenin daha verimli olduğu hususuna dayanmaktadır.
Ricardo teorisi üretim kaynaklarından biri olan ‘emek’ verimliliğini temel alan bir analizdir. Bu analizde ülkeler arasındaki ‘emek’ verimliliğinin esas nedeni olarak da kullanılan teknolojiler gösterilmektedir. Dolayısı ile farklı teknolojilere sahip ülkelerdeki emeğin verimliliği, ülkeler arasındaki karşılaştırmalı üstünlükleri belirlemektedir.
Kısaca, ticaret yapan ülkeler mutlak üstünlüklere sahip olsun veya olmasın, fırsat maliyetleri açısından verimli oldukları ve uzmanlaştıkları malı üretip birbirleri ile mübadele ettikleri takdirde, daha fazla tüketim yapabilecek ve yarar sağlayacaklar, artan tüketimlerinden dolayı da refah düzeyleri yükselecektir.
Örneğin aralarında Buğday ve Kumaş ticareti yapan Fransa ve Bolivya ülkelerinden, Fransa her iki malın(buğday- kumaş) üretiminde de Bolivya’ya göre mutlak üstünlüğe sahip olabilir. Yani Bolivya her iki malın üretiminde de Fransa’ya göre verimsiz olabilir.
Bu durumda Smith’in mutlak üstünlükler teorisi, her iki malda da(buğday-kumaş) verimli olarak mutlak üstünlük sahibi Fransa’nın, Bolivya ile ticaret yapmasına gerek olmadığını ileri sürmektedir. Her iki malda da mutlak üstünlüğe sahip Fransa, her iki malı da kendi üretmeli ve tüketmeli, kalan fazla olursa ihraç etmelidir.
Ama Ricardo’nun karşılaştırmalı üstünlükler teoris, aynı durumda, farklı bakış açısına(fırsat maliyetleri) sahiptir.
Temel aldığı fırsat maliyetleri bakış açısından, Fransa eğer her iki malda da mutlak üstünlüğe sahip olsa bile, Buğday üretiminde Kumaş üretimine göre daha verimli ise tüm kaynaklarını buğday üretimine tahsis etmeli ve bu malın üretiminde uzmanlaşıp, kumaş üretimini terk etmeli; verimli üretemediği kumaşı ise Bolivya’dan ithal etmelidir. Böylece ülkede sahip olduğu üretim kaynaklarını/faktörlerini verimli üretim yapamadığı mal(kumaş) üretiminde kullanmamış olur.
Dikkat edileceği üzere karşılaştırmalı üstünlük teorisi ticarette mutlak üstünlükleri değil, fırsat maliyetlerini temel alan bir yaklaşımdır.
Teoriye göre dünyanın en zengin, teknolojik, ve tüm malların(örnekte iki mal) üretiminde verimli(mutlak üstünlük sahibi) bir ülke olunsa bile, daha çok verimli üretim yapılan malların üretimine odaklanılmalı, kaynaklarını bu verimli olduğu mal üretimine tahsis etmeli; üretiminde daha az verimli olan mallar için kaynaklarını israf etmemeli, üretim yapmaktan vazgeçerek onu diğer ülke/ülkelerden ithal etmelidir.
Faktör Donanımı-E.Hekscher ve B.Ohlin (H-O)
Eli Heckscher(1879-1952) ve Bertil Ohlin(1899-1979) tarafından, karşılaştırmalı üstünlükler teorisini temel alan ve onu daha geliştiren bir klasik yaklaşım olan Faktör Donanımı Teorisi’ne göre, ülkelerin bazı mal ve hizmetlerde diğer ülkelere göre karşılaştırmalı üstünlüklerine sahip olması, bu malların üretiminde yer alan üretim faktörlerine ne bollukta sahip olduklarına, veya onlara erişebilme kolaylığına bağlıdır.
Çünkü sahip olunan üretim faktörlerinin türü, kalitesi ve miktarı ülkeden ülkeye farklıdır. Bazı ülkelerde bol ve ucuz olan herhangi bir üretim faktörü, başka bir ülkede kıt veya pahalı olabilmektedir.
O halde bir ülkenin bir mal ve hizmet üretiminde karşılaştırmalı üstünlüğe sahip olabilmesi, o mal ve hizmetin üretiminde yüksek miktarda kullanılan üretim faktörünün, sözkonusu ülkede bol, kolay ve ucuz olarak tedariki ile gerçekleşebilmektedir. Dolayısı ile ülkeler kendilerinde bol, erişimi kolay ve ucuz olan üretim faktörlerini yüksek miktarlarda kullanan mal ve hizmet üretiminde uzmanlaşmalıdır. Böylece bu mal ve hizmetlerde verimli olarak karşılaştırmalı üstünlüklere sahip olacaklardır.
Ricardo’nun karşılaştırmalı üstünlükler teorisi ile aynı eksenlerde buluşan H-O Faktör Donanımı teorisi, ülkeler arasındaki teknolojilerin benzer olduğu varsayımı ile karşılaştırmalı üstünlükleri, üretim faktör fiyatlarındaki maliyet farklılıklarına atfeder. Üretim faktörleri, üretim sürecinde çeşitli oranlarda kullanılan Doğal kaynaklar, Emek/işgücü/İnsan kaynakları, Sermaye, ve Girişimcilikten oluşan dört temel girdidir. Üretim faktör maliyet farklılıkları ise, ülkelerdeki sözkonusu faktörün kıt veya bol olması ile, başka bir deyişle ticaret öncesi göreli fiyatlarla ortaya çıkmaktadır.
Ricardo ise, hatırlanacağı üzere, karşılaştırmalı üstünlükleri, ülkeler arasındaki farklı teknolojilerin neden olduğu ‘emek verimliliği’ ile açıklamaktadır.
H-O Faktör Donanımı teorisine, göre her ülke sahip bulunduğu veya çevresinde kolayca erişebildiği , veya en ucuz olarak temin edilen üretim faktörlerini iyi analiz etmeli, bu faktörler ile üretilebilecek mal ve hizmetler üzerine yoğunlaşmalı ve üretiminde uzmanlaşmalıdır. Böylece kendilerinde bol, erişimi kolay veya ucuz olan üretim faktörleri ile üretilen mal ve hizmetlerde diğer ülkelere göre daha verimli ve ucuz olacaklar böylece de karşılaştırmalı üstünlük elde edebileceklerdir.
H-O faktör Donanımı teorisi günümüzde de geçerli olan ve ülkelerin ticaret politikalarını geliştirirken temel aldıkları makro bakış açılı klasik bir teoridir.
Yukarıda belirttiğim gibi, ilerideki yazılarımızdan birinde mikro bakış açılı işletmeye özgü yetkinliklere yoğunlaşan çağdaş ticaret teorileri ile ilişkili açıklamalar yapacağımı tekrarlayarak, uluslararası ticarette klasik teorilere odaklanan bu yazıma şimdilik son veriyorum.