Yeni Makaleler

Mitolojik, Dini ve Edebi Eserlerde İşletme, Yönetim ve Liderlik Örnekleri-3

İnsanlık tarihi, çağlar boyunca toplumsal, siyasal  ve ekonomik yaşamda farklı yönetim  biçimleri ve örnekleri ile doludur.

Sosyal ve aynı zamanda ekonomik  amaçlar taşıyan Çatalhöyük, Göbeklitepe ve Mısır piramitlerinin inşasından, Büyük İskender, Fatih Sultan Mehmet, Napolyon, ve Atatürk’ün askeri ve siyasi eylemlerine; Batı ve Doğu medeniyetleri, Roma ve Osmanlı imparatorluğunun altın çağlarından,  günümüzün uluslararası işbirliklerine  kadar gerçekleştirilmiş farklı  yönetimsel  yapı, süreç  ve sistemler bireysel ve toplumsal yaşamımızda  önemli bir rol oynamıştır.

Mitolojik, dini ve edebi metinlerde, tarihin  son onüçbin yıllık döneminde  yer alan her alandaki yönetim yapı, süreç ve uygulamalarının, günümüzün toplumsal ve ekonomik olaylarına benzer olduğu görülmektedir.   Bu nedenle de sözkonusu  metinler, günümüz  işletme ve yönetim alanında  paha biçilmez kaynaklar arasında sayılıyor.

Bu görüşten hareketle dünyada önde gelen yüksek eğitim kurumları mitolojik, dini ve edebi eserleri kaynak alarak ve onlardan yapılan çıkarımları  modelleyerek  işletme ve yönetim alanında verdikleri  eğitim programlarını zenginleştirmeye başlamışlardır.

 Bu tür kurumlar arasında  yer alan Cambridge  Üniversitesi’nde, bir dönem, MBA öğrencilerine Shakespeare’in eserlerini inceledikleri ‘Mükemmel Prensin Arayışında’ adlı bir ders sunulmuştu. İngiltere’deki Cranfield Üniversitesi, Shakespeare’in kurucusu olduğu, günümüzde de faaliyet gösteren Globe Tiyatrosu ile işbirliği içinde benzer bir programı başlatmıştı. Çeşitli dönem ve sürelerle gerçekleştirilen bu eğitim programları, Shakespeare ve diğer düşünür ve sanatçıların eserleri temel kaynak alınarak, yönetim bilgi ve becerilerini geliştirmek isteyen  işadamları için özel olarak tasarlanmaktadır.

Klasik eserler kaynak alınarak gerçekleştirilen bu yeni işletme eğitimi  yaklaşımı, aslında sadece iş dünyasında faaliyet gösteren yönetici adayları için değil, toplumsal yaşamda tüm paydaşlar için yararlı bilgileri farklı bir mecra vasıtası ile  sunan  gerçekçi bir yaklaşımdır. Bu tür eğitim programları metinsel analiz yoluyla işletme ve yönetim  becerilerine yeni bakış açıları sunmakla kalmaz, aynı zamanda iyi ve kötü modelleri ayırt ederek eleştirel becerilerin geliştirilmesine de katkıda bulunurlar.

Mitolojik, dini ve edebi kaynaklar yanında, onlardan  esinlenerek üretilen filmler, dramalar, şarkı/türkü ve monologlar da işletme ve yönetim becerilerini geliştirmekte yarar sağlayan  kaynaklardır. Bu kaynakların  her birinde insanoğlunun doğru, erdemli veya bozulmuş davranışları ile karşılaşabiliyoruz.

Bundan önce WEB sitemize misafir olan yazarların kaleme aldığı ve tanıttığı  klasik eserlerde karşılaştığımız işletme ve yönetim uygulamaları örneklerine,  bu yazımızda da devam edeceğiz…

İlerideki yazılarımızda bu örnekleri sayıca daha da arttıracağım.

Keyifli okumalar dilerim.

William Shakespeare; Kral Lear ; Nepotizmin Sonucu Liyakatsiz Bir Yönetim

Liderler ve yöneticiler, sahip oldukları yönetim yetkilerini zamanı geldiğinde devretmek arzusu taşırlar.

Ama bu devir süreci kolayca  gerçekleştirilememekte, arzulanan ve beklenenlere ulaşılamamakta, hatta devir konusunda başlangıç motivasyonları süre uzadıkça azalmakta, tersi görüşler ortaya çıkmaktadır. Özellikle emekli yaşına ulaşan ve görev ve sorumluluklarını yeni kadrolara devreden  yöneticilerin, liyakate dayalı bulunmayan ve nepotizm olarak adlandırılan  yönetimin aile içerisinde dağıtılması  konusunda ısrarcı olmaları, beklenmeyen  sorunlar yaratabilmektedir. 

Kişisel karizmaya veya belirli ve baskın aristokratik aile  gruplarının arzu ve isteklerine  bağlı olarak(nepotizm) oluşturulmuş yetki ve emir komuta   ilişkilerine  bilhassa aile işletmelerinde oldukça sık rastlanmaktadır.

Devir veya veraset sorunları yaşayan  her ölçekteki aile şirketlerinde liyakat sahibi olmayan ikinci nesillerin yönetiminde beklenen sonuçların alınamaması,   yetkisini devretmeye çalışan birinci nesillerin işlerini de zorlaştırmaktadır. Bu sorunları zamanında ve etkili olarak çözemeyen  işletmelerin çoğu, zaman içinde büyük olasılıkla  başka işletmeler tarafından devralınmakta veya ortadan kaybolmaktadır.

William Shakespeare’in (1564-1616), Kral Lear adlı trajedisinde, sahip olduğu yönetim yetkilerini nepotizm temelinde aile içinde devretme arzusunda olan, ama  bu devri adil ve liyakate dayalı olarak gerçekleştiremeyen bir babanın kendini, yakınlarını ve ülkesini düşürdüğü zor durum ve trajik sonu anlatılır.

Eserin baş karakteri Kral Lear, yaşlandığı  ve yorulduğu gerekçesiyle topraklarını üç kızı arasında paylaştırmaya karar verir.

Bu paylaşımın kendine göre  eşit ve adil olması için kızlarını sınava tabii tutmaya karar veren kral, onlardan kendisini ne kadar sevdiklerini anlatmalarını ister.  Kral bu aşamada adalet ve eşitlik kavramlarını, kızlarının kendisine olan sevgi ve saygı düzeyi ile ölçerek ve değerlendirerek ilk hatasını yapar.

Büyük ve ortanca kızlar Regan ve Gonoril, abartılı sözcüklerle babalarına olan sevgi ve saygılarını ifade edip kendilerini kanıtlamaya çalışırlar. Gerçek sevginin   süslü sözcüklerle anlatılmasının mümkün olamayacağına inanan küçük kız  Cordelia ise bu konuda herhangi bir cevap vermemeyi tercih eder.

Buna sinirlenen  Lear, Cordelia’yı  evlatlıktan reddeder ve topraklarını diğer kızları arasında böler. Reddedilen küçük kız ülkeyi terk eder,  onu savunmaya kalkan Kent Kont’u da sürgüne gönderilir.

Ülkeyi terk eden Cordelia Fransa kralı ile evlenir. Babalarından toprakları alan Regan ve Gonoril ülkenin yönetiminde mutlak bir egemenlik  elde etmek için babalarının askeri ve idari gücünü kısıtlayıcı eylemler sergilerler. İki kızı tarafından yetkilerinden hemen hemen tümüyle arındırılan ve sarayından sürülen  Lear aklını kaçırır.

Eserin ilerleyen bölümlerinde farklı aktörler karşımıza çıkar. Gloucester kontu, üvey oğlu Edmund, Kent kontu, Edgar, Albany, Cornwall, ve diğerleri ve hepsi de hatalı bir kararın ortaya çıkardığı beklenmeyen sonuçlarla karşılaşırlar. Herkes kendi tarafını seçer ve kaderlerini yaşamaya başlar.

Shakespeare’in hemen hemen her trajedisinde olduğu gibi, bu eserin  sonuçları ve erişilen çözümlerinde de ölüm önemli bir yer tutar.

Trajedinin temel karakterleri oyunun sonunda ölürler.

Kral Lear’i kurtarmak için Cordelia’nın eşi Fransa kralı tarafından seferber edilen Fransız ordusu Lear’ı kurtarır, ama daha sonra İngilizler karşısında savaşı kaybeder.

Birleşen ve barışan baba ve küçük kız, galip İngilizler tarafından esir alınır. Cordelia ve Lear ‘ı öldürtmek için emir veren Edmund, yaptığı tüm eylemlerini itiraf eder ve intihar eder.

Edmund’ı paylaşamayan kızkardeşler Gonoril ile Regan birbirlerini öldürürler. Gloucester kontunun kalbi dayanamaz. Cordelia ve Kral Lear de eserin sonunda hayatlarını kaybederler.

Krallığın yönetimi ailenin dışındaki Albany, Kent ve Edgar’a kalır.

 Bir krallıktan ziyade, aile şirketi ortamında bireysel ilişkileri çağrıştıran eser, ülkesinin topraklarını adil ve eşit şekilde iyi niyetle paylaştırmaya çalışan bir kralın, aldığı hatalı kararlarla tüm temel karakterler için  acılı  trajik son’la biter.

Yönetim yetki devrinde nepotizm, ikiyüzlülüğü göremeyen bir körlük, liyakate dayanmayan yönetim devri, danışmanları dikkate almayan bir otokrasi,  eserde karşılaşılan tüm olumsuzlukların nedenleri olmuştur.

Abdülhak Şinasi Hisar; Fahim Bey ve  Biz: Gerçekçi Projelere Dönüşemeyen Hayal Gücü.

İş dünyası girişimcilere çok şey borçludur. Onlar olmaksızın işletmeler kurulamaz. Toplum büyük ölçüde  onların girişimcilik faaliyetlerinden yararlanır.

Girişimciler işlerine sıfırdan başlarlar. Onları harekete geçiren unsur toplumun gereksinimlerinin karşılanmasında gördükleri bir boşluk, ve bu boşluğu verimli bir şekilde çalışma ile doldurmaları  sonucunda gelir sağlayarak kâr sağlama olasılığıdır.

Girişimcilerin başarılı olmasında bir girişimi başlatmayı sağlayacak hayal gücüne ve vizyona sahip bulunmak, farklı konularda yaratıcılık ve yenilikçilik arayışları, iyimserlik, başarma arzusu yüksek ve özgüven sahibi olabilmek, önemli özellikler arasındadır.

Yoktan bir şey yaratmak için  hayal gücü gerekir. Ama iş yaşamında tek başına hayal gücü yeterli değildir. Girişimci bir kişi hayallerini, vizyonunu gerçekleştirmenin yollarını düşünmeli, varlık, yetenek, ve değer yatacak faaliyetleri itibarı ile planlamalı ve somut olarak projelendirmelidir.

Abdülhak Sinasi Hisar’ın(1887-1963), ‘Fahim Bey ve Biz’  adlı  romanı, fantezilerine kapılan bir hayalperestin  trajik öyküsüdür.

Romanın baş karakteri Fahim Bey Bursa’nın tanınmış kişilerinden birinin oğludur. Galatasaray Lisesinde okumuş, ardından Babıali’de maaş almadan çalışmaya başlamıştır.

Hayal gücü ve başarma arzusu o kadar yüksektir ki, yeterli gelir ve birikime sahip olmadan sırf çevresine ve ailesine gösteriş için gerekli olduğunu düşündüğü tüm girişimlerini, örneğin bütçesi elvermeyen bir konağı kiralamaktan ve mobilyalarını döşemeden oturmakta tereddüt etmez.

Bir zaman sonra Londra Elçiliğinde üçüncü katip olarak iş bulan Fahim Bey atandığı bu görevini de kafasında büyütür. Para sıkıntısı devam etmesine  rağmen görev yapacağı mevki için uygun olduğunu düşündüğü kostümler için terzisine gerektiğinden fazla sipariş verir.

Meşrutiyet ilan edildikten sonra  yurda dönen Fahim bey, Saffet Hanım ile evlenir. İş olarak da Bursa’da pamuk yetiştirmeyi planlamaktadır. Bunun için  gerekli sermayeyi temin edecek ortak arayışına girer. Ancak başvurduğu  varlıklı kişiler, proje haline getirmediği hayal gücüne dayalı girişimleri için Fahim beye sermaye vermeye yanaşmazlar.

Fahim Bey sonraki günlerde  hep bu hayalini gerçekleştirmek için uğraşır.

Olmayan, henüz gerçekleşmeyen işlerini yönetmek için  bir büro açar. Kendi kendine hayali şirketler kurar, hayali alışverişler yapar, gerçek olmayan işlemlerini hesap defterlerine kaydeder. Hayalindeki müşterilerden siparişler alır, onlara cevaplar yazar. Bu hayalî yazışmalar zamanla kendisinde  saplantılı(obsesif) ve  zorlayıcı (kompulsif)bir davranış haline dönüşür. Türlü yazışmalar ve hesaplarla doldurulmuş bir yığın dosya ve defter bürosunun raflarında  yer alır.

Bürosunda kendi kendine yaptığı  bu hayali çalışmalar çevresinde  dedikoduların başlamasına,  bir müddet sonra da adının  deliye çıkmasına neden olur. Bir süre sonra kirayı ödeyemez hale düşer ve bürosunu boşaltmak zorunda kalır.

Hayallerini hiçbir zaman gerçekleştiremeyen Fahim bey, yaşlandığında  bir kamu kurumunda mütercim olarak aylıklı bir işe girer. Bir zaman sonra da hastalanır, kaderine ve çevresine kırgın olarak yaşama veda eder.

İş dünyasında hayal gücü, girişim ve başarı için gerekli bir bileşendir; ancak tek başına yeterli değildir. Planlama ve somut projelere döndürülemeyen hayal gücü yapıcı olmaktan ziyade yıkıcıdır. Uygun varlık ve yeteneklere sahip bulunmadan, hayalleri doğrultusunda  iş yapmaya çalışan Fahim Bey de,  bu bağlamda çarpık bir  vizyona yol alan çağının Don Kişot’undan başka birisi değildir. 

Abdülhak Şinasi Hisar romanında Fahim bey’in hayal dünyası ile oluşturduğu iş ve kişisel yaşamını, ve kapalı bir sır olan iç alemini gerçek resmi ile ortaya çıkarır ve sorgularken, çevresindeki diğer karakterlerin farklı algı ve davranış biçimlerini de merceği altına alır.

Çevresindeki kişiler, Fahim beyin iç dünyasını göremezler, anlayamazlar. Etrafındaki kişilerin her biri, onun hakkında  birbirine benzemez görüşler ileri sürerler. Kimisi onu bir deli olarak görmekte, kimileri naif bir karaktere sahip olduğunu ileri sürmektedir. Bazıları için sadık ve özverili bir eş, diğerleri için aptalın tekidir.

Fahim Bey’e dair farklı görüşlere sahip kişiler  arasında  bizzat yazarın kendisi de vardır. O kadar ki, yazar ‘Fahim Bey Hakkında İlk Hislerim’, ‘Fahim Bey Hakkında Değişen Hislerim’, ‘Fahim Bey’in Son Zamanları ve Hakkında Son Hislerim’ diye eser içinde kendi görüşlerini ifade eden ayrı ayrı bölümler açmıştır.

Döneminin edebi eserlerinde rastlanmayan farklı bir tip olarak  yaratılan karakter Fahim Bey’in hayal gücü ile iç içe geçen yaşamı, yazar tarafından psikolojik bir derinlikle ve  zengin bir yazım tekniği ile kaleme alınmıştır. Bu yönleri ile romanın dönem edebiyatına yeni bir açılım getirdiği ifade edilmiş, alan uzmanları ve okuyucular arasında yüksek ilgi görmüştür.

Mutlak bir gerçeği belirlemek oldukça zordur. Hayallerimiz, önyargılarımız ve algılarımız, görebildiğimiz veya gördüğümüzü sandığımız olguları, çevreyi ve karakterleri tanımlamakta önemli unsurlar arasındadır. Ama iş yaşamında hayalgücü ve bireysel algıların ötesinde mutlak gerçekleri de görebilmek, onları iyice tanımlayabilmek ve gerçekçi analizlerle  stratejik davranışlar yapabilmek de son derecede önemlidir.

Çağlarının  ‘gören gözleri’ olan  yetkin yazarların, yaşadıkları dönemlere ait  güçlü  resimler veren klasik eserlerinden, iş yaşamı, yönetim, liderlik ve  sosyokültürel örnekleri zaman zaman bu WEB sitesinde tanıtacağımı bildirerek yazıma son veriyorum.

Bu içeriği paylaşmak istermisiniz?

Facebook
Twitter
LinkedIn

Bu içeriği yorum yazmak istermisiniz?