Aşağıdaki görselde Türkçe çevirisi de bulunan Latince ifade iki temel kaynaktan alınarak tarafımdan oluşturulmuştur…
İlki, modern tıp biliminin kurucu atası sayılan Hippocrates’in (MÖ.460-370), ‘Corpus Hippocraticum’ adlı eserinin ilk ifadelerinden ‘Ars longa, vita brevis, okkasio preseps, eksperimentum periculosum, yudisium diffisil – Sanat uzun, hayat kısa, fırsat kaçıcı, deneyim yanıltıcı, karar zor’ anlamı taşıyan metin (x)…
İkincisi ise, İ.Ü.İktisat Fakültesinde derslerini sınıfça büyük bir ilgiyle takip ettiğimiz, sosyoloji hocamız Ord.Prof.Dr. Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu’nun (1901-1974), derslerde yeri geldikçe hatırlattığı, ‘Bilim bir derya…Herkese birer fincan’ ifadesi.
İşletme yönetimi bilimden temel alan bir sanattır.
Bilgi ve bilim insanları konusunda soyut açıklamalar içeren bugünkü yazımız kanımca, alanda akademik çalışmalar yapan meslektaşlarımın daha çok ilgisini çekebilir. Akademik jargonların yer aldığı felsefi bir uslup ile kaleme alınan açıklamalar akademik çalışmalarına yeni başlayan genç meslektaşlarımız ve meraklıları için doyurucu olabilir, ama konuya ilgi duymayanlar için uzun ve yorucu da sayılabilir.
‘Bilgi’ Hakkında Kısa Bir Not…
Bilgi, genel olarak birbirine yakın iki anlamı taşımaktadır. Bunlardan birincisi, eskilerin ‘malumat’ olarak tanımladıkları, İngilizcede ‘information’ olarak bilinen bizim de ‘öğreni’ diye adlandıracağımız anlamdır. “Ali hakkında bilgin var mı?… Sınav zamanlarını biliyor musun?…” gibi sorularda amaç bilgi edinmek, malumat almak, öğrenmektir.
Bilgi’nin ikinci anlamı ‘doğru olan ve doğruluğu belgelenmiş inanç’ olarak ifade edilebilir. Akademik ortamlarda ‘bilimsel’ dediğimiz bilgiler bu ikinci anlamı taşıyan bilgilerdir. Çünkü ilk anlamdaki öğreni veya malumat yanlış olabilir, ama ikinci anlamdaki bilgi yanlış olamaz. Tanım icabı doğru olmak zorundadır ve mutlaka belgelendirilmiş olmalıdır. Okullarda ve üniversitelerde öğretilen bilgiler bu tür bilgilerdir.
Bilgi’nin yukarıdaki tanımından hareketle bir kişiye bilgi atfedebilmek veya birinin bir şey bildiğini söyleyebilmek için genellikle üç koşulun yerine getirilip getirilmediğine bakmak gereklidir. Bu koşullar; ‘inanma, doğruluk ve belgeleme’ koşuludur. Bu üç koşuldan hepsi önemlidir, ama üçüncüsü çok daha önemlidir.
İnsanlar zaten inanmadıkları bir iddiada bulunmazlar. Daha çok psikolojik olan bu ilk koşul gerekli olmakla birlikte yeterli değildir.
Doğruluk için de aynı şeyler söylenebilir.
Ama bilgi sahibi olduğunu iddia edenin bu iddiasının doğruluğunu, mutlaka yeterli belgelerle kanıtlaması gerekir. Belgeleme, bilginin doğruluğuna güvenilebileceğini gösteren bir delildir.
Herkes gibi, bilim insanlarının da etraflarında olup bitenleri anlayabilmeleri, yani bilgi edinmelerinin ilk kaynağı beş duyudur. ‘Görme, dokunma, duyma, koklama ve tatma’ duyuları sayesinde elde edilen bilgiler gözlemsel bilgiler olup ‘sağduyu’ bilgisi olarak adlandırılmaktadır. Bu duyularla elde edilen ve akılda tutulan bilgilerimizin bir kısmını kendi gözlemlerimizden; daha büyük bir kısmını ise başkalarının gözlemlerinden elde ederiz.
Ama elde edilebilen öğreni mahiyetinde bilgiler bizi yanıltabilir. Duyularımız bizi her zaman aldatabilir. Bunun yanında, başkalarından öğrendiklerimize daha da dikkat etmek gereklidir. Çünkü başkalarından elde edilen öğreniler yanlış olabileceği gibi, bilinçli bir aldatma da söz konusu olabilir.
Dolayısıyla bizler gerçeği değil gördüğümüzü, duyduğumuzu bilgi sayabiliriz. Bu durumda gerçekten bilme ile, bildiğini sanma arasında bir ayırım yapılması gereklidir.
Bilgi Edinmenin Üç Ana Yöntemi
Bilgi teorisi içinde, bilgi edinme için üç yöntemin var olduğu ileri sürülür. Bunlar; akıl, deney ve sezgidir. Bu yöntemleri ‘ana bilgi yöntemleri’ olarak adlandırabiliriz.
Bilginin kaynağının düşünce olduğunu ileri süren akılcı’lara (rasyonalistler)göre deneyden gelen bilgi, dış koşulların durumuna göre algılandığı için yanıltıcıdır. Dış koşullar bize bilgi yerine ‘sanı’yı getirir. Akılise, tümdengelime (dedüksiyon) dayalı matematik ilkeleri, ortak kavramları, ve aksiyomları getiren ana ögedir.
Akılcı düşünürler, insanların doğuştan gelme her türlü deneyimlerinin öncesinde, zaten bilinçlerinde varolan bir takım fikirleri olduğuna inanırlar. Bu nedenle de, genellikle, önceden kabul edilen, fikir sahibi olunan bir ilkeden hareketle tümdengelim (dedüksiyon) yöntemini kullanarak sonuçlara ulaşılacağını ileri sürerler. Bu yöntemle aklın genel kuralları olgu ve olaylara yansıtılır ve belli sonuçlara ulaşılır.
Ama, bazı akılcı düşünürlerin, akıl’ın yanında deneye de önem verdiğini belirtmeliyiz. Bu düşünürlere göre aklın ve mantığın ana ilkeleri deneyden bağımsızdır, ama deneyin de doğruları vardır. Dış evren olmasa idi, akıl tek başına hiçbir şeye yaramazdı.
Deneyci görüş(ampiristler)taraftarlarına göre bilginin kaynağı deney’dir. Akıl, üzerine hiçbir şey yazılmamış düz bir beyaztahta gibidir. Yani duyumsal deneyimler olmaksızın akılda (beyaztahta) hiçbir şey oluşmaz. İnsanlar doğduğunda akılda, doğaya ait hiçbir fikir yoktur. Dışarıdan gelen deneyler bu tahtanın üzerinde çizgiler, şekiller, kavramlar, anlamlar oluşturur. Başka bir ifade ile tüm düşünce ve kavramlar, görüp duyduklarımızdan oluşur.
Deneycilerin bilgiye erişme yöntemi, genellikle, tümevarım (endüksiyon) dur. Bu yöntem olgulardan kurallara giden bir düşünüş yöntemidir. İnsan doğa ve toplumdaki bir olaydan, olgudan veya belirtilerden hareketle genel kuralları oluşturur. Gözlem ile başlayan tek tek olayların incelenmesi kişiyi genel yargılara götürür.
Sezgi,özne(akıl) ile nesne(olgu) arasında doğrudan, aracısız kurulan ilişkiye verilen bir addır. Bu ilişkide, özne, nesne ile birleşip gerçeği bulur. Bu yöntem, nesne hakkında ‘doğrudan, aracısız’ bilgi edindiği için eleştirilmekte ve büyük bir kabul görmemektedir. Eleştiri yapanlar, sebepsiz ve içten gelen sezgilerin zamanın akışı içinde eylem ve duyguların anımsanmasından başka bir şey olmadığını ileri sürmektedirler.
İşletme ve Yönetim Alanında Bilgi Edinme Yöntemleri
Yukarıda belirttiğimiz gibi, işletme yönetimi bilime dayalı bir sanattır.
Bu bağlamda alanda güvenilir bilgiye erişim sürecinde önde gelen ana bilgi yöntemlerinden ikisi akılcılık(rasyonellik) ve kanıta dayalı uygulamalı analiz/deneydir (ampirizm).
Sözkonusu alanda olayların tüm ilişkileri ile birlikte, objektif/bağımsız gözlem ve kanıta dayalı uygulamalı analiz ve deneylerle (ampirizm) desteklendiği, akılcı (rasyonalist) yöntemlerle incelenerek sonuçlandırıldığı modernist yaklaşımın bilimsel yöntemi genel doğa bilimlerinin kullandığı bir yöntem olan ‘positivizm’ dir. Alanda çalışan bilim insanları, toplumsal düzenin ancak doğa düzenine benzemekle gerçekleşeceğini, bu nedenle, doğa bilimlerinin ‘positivist’ yöntemlerinin sosyal alanlarda, bu bağlamda, işletme ve yönetim alanında da uygulanarak evrensel toplumsal yasalara ulaşılabileceğini ileri sürmektedirler.
Positivism, bilgi üretimini, bireyden bağımsız olarak, hipotez ve önermeler geliştirerek, objektif gözlemlerle veri toplayarak, ve bunları deneylerle test ederek(ampirizm), gerçekleştirmeyi kabul etmektedir. İncelenen olay görülebilen veya görülemeyen bir şekilde var’dır, ve ileri sürülen teoriler söz konusu olayla ilgili olarak, akılcı bir yolla (rasyonalist) test edilerek doğruluğu ispatlanabilir; karşılaştırmalı analizler yapılarak olaylarla ilgili açıklayıcı (descriptive) genel ilkeler geliştirilebilir. Ayrıca, bu yönteme göre herhangibir olgusal ilişki yeterli sayıda örneklemde gözlenebiliyorsa, evrensel düzeyde genel kurala dönüştürülebilir(tümevarım) ve önermeler(prescriptive) yapılabilir.
İşletme ve yönetim alanında bilgiye erişimde farklı bir yaklaşım tarzı olan Sembolist-Yorumcul yaklaşım, örgütsel gerçeklerin yargısal (sübjektif) kökenli olduğunu ileri sürer. Görüş sahiplerine göre objektif ve fiziki bir gerçek yoktur. Çünkü gerçek onu anlamaya çalışan insanın deneyim, fikir, varsayım ve ifade tarzına bağlıdır. İnsan kendi yarattığı, anlamlar yüklediği ve tanımladığı kavramlarla gerçekleri anlamaya çalışır. Diğer bir deyimle gerçek birey tarafından kendi yargılarıyla tanımlandığından herkesin farklı gerçekleri bulunur ve bu gerçekler birbirlerini tamamlayabilir, çatışabilir veya bazen birbirlerinin tamamen tersi de olabilir.
Postmodernist yaklaşım bilgi üretimineeleştirel bir bakış açısı getirerek işletme ve yönetim alanında positivist ve sembolik yorumcul görüşlere karşı çıkarlar ve onların ileri sürdüğü, kabul edilmiş her fikir ve görüşü reddederler. Bu görüş sahipleri kabul görmüş her fikir ve görüşle ilgili iddia ve varsayım, prensiplerin unutulmasını; olayların yapısının ve örgüsünün, akılcı yol ile değil, estetik ve yüreğin/duyguların yönlendirdiği paradigmalar ile yeniden ele alınmasını ileri sürerler. Bu bağlamda postmodernist yaklaşım devrimci, yapı-bozucu(deconstruction) ve yeniden yapılandırıcı, radikal bir yaklaşımdır. Ancak işletme ve yönetim alanında bu bakış açısı ile yürütülen bilgi üretimi çalışmalarında varılan noktanın çok olgun bir nokta olduğu söylenemez.
Bilim İnsanları ve Uzmanlar…
Bilgiler, birilerince üretilir, başkalarınca da öğrenilerek kullanılır. Bilgi üretiminde bulunanlar öncelikle inandıkları bir iddiayı ortaya atarlar ve buna belgelerini de eklerler. Bu belgeli iddialar bazen kabul edilir, bazen şüphe ile, itirazlarla karşılanır. İtirazlar uzman bilim insanlarınca uygun ortamlarda uzun boylu tartışıldıktan ve iddiaya yeni itirazlar gelmediği saptandıktan sonra bu iddialar bilgi düzeyine yükselir.
Eğer iddiayla ilgili itirazlar sürüyorsa, ancak yine de, ortaya atılan iddia bilim insanlarınca ciddiye alınıyorsa o zaman bu iddialara hipotez veya teori adı verilir. Bu tür teori ve hipotezler henüz bilgi düzeyine erişmemiş olup, bilgi adayıdır.
Bunun yanında, bilgi düzeyine erişmiş olan bazı iddialar, zaman içinde yeniden itiraz ve eleştiriye uğrarlar ve yeniden hipotez veya teoriye dönüşürler.
Kısaca, iddiaların bilgi düzeyine eriştiklerini, o alandaki uzman bilim insanlarının artık şüpheye gerek olmadığına karar verdikleri zaman anlarız. Bunun da en kestirme yolu iddiaya yöneltilen itirazların durup durmadığına bakmaktır.
Burada bir konu hemen göze çarpmaktadır. Bir iddianın bilgi katına çıkabilmesi için onun bilim insanları tarafından ‘bilgi’ olarak kabul edilmesi, yani ‘doğruluğunun belgelenmiş’ olması gerekir. Belgelerin güvenilir ve yeterli sayıda olup olmadığına yine bilim insanları karar verirler.
Bilim insanlarının bir görevi de uzmanlık alanlarında ‘bilgi’ katına ulaşmış olan öğrenileri eserleri veya konuşmaları ile her türlü şekilde topluma iletmek, ulaştırmaktır. Ama bilginin sınanmasında bilim insanları sadece bilim insanlarına konuşur ve varsa iddialarını, eleştirilerini bilimsel tartışmalara uygun akademik ortamlarda birbirlerine aktarırlar.
Sunulan iddia uygun ortamlarda diğer bilim insanlarınca değerlendirilip kabul edilirse bilgi haline gelir. Bu konuda(bilginin sınanması) diğer kişilerin bir söz hakkı olmaması gerekir. Çünkü konusunda bilim insanı olmayan kişiler iddia, hipotez veya teorilerin doğruluk ve yanlışlığını tartışacak önbilgiye sahip değillerdir; dolayısı ile, kendilerine en kolay ve en çekici veya kolay gelen teorileri kabul etme eğiliminde olabilirler. Bu nedenle bilginin sınanmasında bilim insanları dışındaki diğer kişileri katmak, onlarla popüler ortamlarda tartışarak bilimsel bilgi kabulünü sağlamaya çalışmak doğru bir yaklaşım olarak kabul edilmemektedir.
Her konuda bilgi sahibi olmak kolay bir iş değildir. Çünkü bilgi birikimi artık, tek kişinin öğrenme kapasitesini aşacak boyutlara varmıştır. Uygarlık, bilgi birikimi ve paylaşımı sonucunda insanlar değişik beceri ve deneyimler edinmişler, meslek grupları oluşturmuşlar, alanlarında gerekli bilgiyi akıl dağarcıklarında taşıyanlar konularında uzmanlaşmaya başlamışlardır.
Meslek alanlarında bilgi birikimi sahibi bu kişiler ‘uzmanlardır’. Bu uzmanların her biri yeni bilgi üretemeyebilirler, ama konu hakkında yeteri bilgi birikimine sahip olarak neyin bilgi olup olmadığına karar verebilirler. Bu nedenle bilginin en önemli koşulu olan bilim insanları tarafından belgelenme koşuluna, ‘…konunun uzmanları tarafından kabul edilmesi koşulu ile …’ eklemesini de yapmak gerekir.
Nükleer fizik ile ilgili bir konuda öne sürülen bir iddianın (hipotez-teori) doğru olup olmadığını ve belgelemenin yeterli olup olmadığına, ancak alanda çalışan bilim insanı veya uzmanı başka bir nükleer fizikçi karar verebilir.
Bilim insanları ve uzmanların hipotezler geliştirdikleri, bilgi ürettikleri, ve öğretim üyesi olarak üretilen bilgileri alanda çalışan diğer bilim insanı, uzman ve öğrencilere aktardıkları, birbirleri ile tartışmalar ve eleştiriler yaptıkları uygun ortamlar arasında bilim yuvası üniversiteler, araştırma merkezleri, ve benzeri kuruluşlar başta gelir.
Burada bir parantez açarak bilinen bir konuyu hatırlatmak isterim.
Toplumsal yaşamımızda cübbe giymeye hak kazanmış üç meslek grubu vardır; Hakimler, din adamları ve öğretim üyeleri. Cübbe denilen giysi, giyen kişinin olgun düşünce yapısına sahip, kararlarında dış etkilere kayıtsız olduğunu; sadece kendi vicdanına ve tanrısına karşı sorumlu olduğunun sembolik bir göstergesidir.
Genellikle önü ve arkasında düğmeleri olmayan(veya her zaman kapalı bulunan), dolayısı ile giyeni çevresinden ve dış etkilerden koruduğunu simgeleyen cübbe, birbiriyle yakından ilgili bu üç mesleğin iç bağımsızlığını simgeler. Bu üç meslek mensubu kişilerin baskı altında çalışmaya zorlanabilecek, dışarıdan/çevrelerinden gelecek baskıya boyun eğecek en son kişiler olması gerekir.
Hakimler mahkemelerin, din adamları inananlarla birlikte din kurumlarının, öğretim üyeleri öğrencilerle birlikte bilim yuvası üniversite ve benzeri kurumların kendileridir.(xx)
Cübbe sahibi öğretim üyeleri bilimin baş temsilcisidirler ve mesleklerinin iç bağımsızlığına sahip olarak uygun ortamlarda bilimsel yöntemlerle bilgiyi üreterek; üretilen bilimsel bilgiyi öğrencilerine aktararak, ve geleceğin bilim insanlarını özendirerek ve yönlendirerek bilime hizmet eden öncülerdir.
Gelelim yine konumuza.
Çoğunluğun onayı, bir yanlışı doğru yapmaz, belgelendirilmemiş bir iddiayı da bilgi düzeyine çıkarmaz.
Bilim insanları arasında bilgi ediniminin uygun ortamlarda bilimsel yöntemlerle belgelendirilerek gerçekleştirilmesi konusunda bir önkabul bulunmaktadır. Bilimsel yöntemler, evrende olup bitenlerin açıklanmasında modellerin geliştirildiği, ve bu modellerin test edilmesinde de verilerin kullanıldığı bir süreçtir. Bu sürecin merkezinde ise beş duyu dışında herhangi bir doğrudan bilme yeteneğinin kullanılmadığı gözlemlerle, kanıta dayalı uygulamalı analiz ve deneylerin (ampirizm), akılcı (rasyonalist) yöntemlerle incelenerek sonuçlandırıldığı ‘positivizm’ yer almaktadır. Bu görüş günümüzde geçerli bilim ahlâkının temel kurallarından biridir.
Yukarıda anlatılan konuların bilincinde olmayıp bilimce kabul edilmeyen yöntemlerle uzman bilim insanlarının ortaya koymuş oldukları bilgi veya teorileri eleştirmeye kalkanlara; maksatlı maksatsız olarak duyu aldatmacası yolu ile veya önbilgi sahibi olmadan popüler ve medyatik guru kişilikleri ile insanları cezbederek kolay çözümler önerenlere; insanları popüler medyatik ortamlarda özlemsel düşünüşlerine (wishful thinking) bilim dışı yöntemlerle eriştirebileceklerini söyleyenlere de günümüzde oldukça sık rastlanmaktadır. Her ne kadar popülariteleri gün geçtikçe artsa dahi, gerçek bilim çevrelerinde bu gibi kişilerin yeri bulunmamaktadır.
Yazımızın başındaki ifade ile bitirelim…
Scientia longa et oceanus… Omnibus poculum… Vita brevis…
İnsanlık tarihinin her döneminde nimetlerinden yararlandığımız, ama günümüz toplumlarında gerektiği kadar önem ve ilgi göstermediğimizi üzülerek gördüğüm bilim ve bilim insanları konusunda açıklamalar içeren bu yazıyı canımın sıkıldığı bir anda kaleme aldım. Umarım siz meslektaşlarımın canını da sıkmamışımdır…
Yine de; ‘İklim Akdeniz olur, Gülümseyin…’
(x) Prof.D.Şenocak; Doktorluk Sanatı; DK yayınları 2018;s.149; adlı eserinden alınmıştır.
(xx) H.Rosovsky; Üniversite; Bir Dekan Anlatıyor; Tübitak Popüler Bilim Kitapları;19.Basım; Sh;169; 1950’lerde McCarthy dönemi yönetiminin California, ABD’de tüm kamu çalışanlarına dayattığı bağlılık yemini belgesi ile ilgili Prof.E.Kantorowicz’in düşüncelerinden aktarılmıştır.
Yazı İçeriği Temel Kaynakları: H. Batuhan ‘Bilim ve Şarlatanlık’ Yapı Kredi yayınları 1993; N. Öktem ve A.U.Türkbağ ‘Felsefe, Sosyoloji, Hukuk ve Devlet’ Der yayınları 2001; T.Koçel ‘İşletme Yöneticiliği’,18.Bsk; Beta,2020; adlı eserlerinin çeşitli bölümlerinden alıntılar yapılarak derlenmiştir.