Tüm insanların eşit yaratıldığı, Tanrının onlara yaşama ve mutluluğu arama konusunda vazgeçilemez haklar verdiği tartışmasız bir konudur. Ancak yaşama ve mutluluğu aramada önemli bir ilke olan mutlak özgürlük ortamı beraberinde, insanların bencillik ve rekabet üstünlüğü kazanımı için korunma ve süreklilik güdülerini bir çatışma/savaş durumuna dönüştürebilmektedir.
Thomas Hobbes’un 1651 de yayınladığı ‘Leviathan veya Bir Din ve Dünya Devletinin İçeriği, Biçimi ve Kudreti’ adlı kitabında ‘Doğa Durumu’ olarak tanımladığı böyle bir durum insanlar arasında herkesin herkesle çatıştığı, savaştığı bir durumdur, ve insanlar devamlı korku altında yaşamayı arzu etmezler. Bu nedenle, bireysel güç kazanımından, sınırsız hak ve özgürlüklerinden gönüllü olarak vazgeçmeyi tercih ederler.
Söz konusu haklar toplumsal değerler üzerine kuruludur, ve meşru yetkilerini yönetilenlerin gönüllü kabulünden alan, farklı güçlerin ayrılığı üzerine kurulu bir kamu yönetim yapısı- hükümetler, liderler, yöneticiler– tarafından korunur ve gerçekleştirilir.
Bu bağlamda, bazı düşünürler insanlık tarihinin, ve bilhassa dönüştürücü devrimsel özellikli dönemlerin insan topluluklarını yönlendiren ve yöneten liderlerin eseri olduğunu ileri sürmektedir. Bu düşünürlere göre insanlık tarihi lider’lerin eseridir. Kendini kabul ettirmiş liderler grupları, toplulukları, devletleri oluştururlar ve yetenekleri dahilinde onları şekillendirir, yönlendirir ve yönetirler.
Her dönemde belirli amaçlarla bir araya gelmiş büyük veya küçük insan gruplarında, doğuştan sahip bulundukları kişisel özellikleri, davranışları ve ahlaki ilkeleri ile gruplarını arzulanan amaca yönlendiren, özendiren ve yöneten farklı lider tiplerine rastlanmaktadır. Bu liderlerin etkili yönlendirme ve yönetmeleri sonucunda insan grupları olumlu veya olumsuz sonuçlarla karşılaşmışlar ve böylece tarihsel olgular ortaya çıkmıştır.
Tarihsel dönem liderlerinin bu etkileme, yönlendirme ve özendirmeleri bazen öyle dönüştürücü olabilmiştir ki, çeşitli toplumlarda akla gelmeyen olağanüstü, baş döndürücü devrimsel olaylar ortaya çıkmış, yepyeni çağları başlatmış, başka bir deyişle insanlık tarihi farklı kulvarlarda hemen hemen yeniden yazılmıştır.
Kısaca, toplum ruhunun ve yapısının oluşmasında ve sürdürülmesinde liderlerin önemi ve etkisi son derecede yüksektir. Liderler, moral ve ahlak sembolleridir; birlik ve beraberliği oluşturan ve sürdürülmesine katkı sağlayan değerlerin rol modelidirler; arzulanan amaç ve hedefleri açık ve seçik bir şekilde ifade edebilen ve bu bağlamda paydaşlar arasında toplumsal uzlaşmayı, birleşmeyi veya ayrışmayı başlatabilen veya sonlandırabilen kişilerdir. Başka bir deyişle toplumsal yaşamda refah ve huzur ortamı yaratımı veya yoksunluğu üzerinde her düzeydeki politik, ekonomik ve sosyokültürel liderlerin tutum ve davranış kalitesinin etkisi dünyamızın ve insanlığın geleceğini de şekillendirecektir.
Bu durumda toplumsal yaşamda her düzeyde yer alan politik, ekonomik ve sosyokültürel liderler büyük veya küçük ölçekli kurumların gelecekle ilgili yönlendirme ve yönetimini belirlerken kimin çıkarlarını koruyacaklar, davranışlarını kimlerin değer yargılarına dayandıracaklardır?..
Daha farklı bir ifade ile, liderlerin görev yaptığı toplum veya kurumlarda egemenlik kime ait olacaktır?..Toplum veya kurumların ‘Hak sahipleri’ olan paydaşları haklarını özgürce kullanabilecek ve yararlanabilecekler midir?… Onların vekalet verdikleri liderler hak sahipleri çıkarına çalışan gerçek ‘söz sahibi’ midirler; veya ne dereceye kadar söz sahibidirler?… ‘Hak sahipleri-paydaşlar’ ile toplum veya kurumların görünen ‘söz sahipleri-liderler’ arasındaki ilişkiler nasıldır?.. Hak sahipleri-paydaşlar vekalet verdikleri liderlerin onlar adına yaptıkları yönetimden memnun mudurlar?..
Yukarıdaki sorulara verilecek cevaplar bizi yönetişim kavramına yönlendirmektedir.
Yönetişim, Kurumsal Yönetişim
Kurumsal yönetişim, kurumsal egemenlik gibi terimlerin içinde ifade bulan yönetişim kavramı, toplum ve kurumların yönetimi ve yönlendirmesi ile görevli ve sorumlu liderlerin/yöneticilerin (kendilerini seçen/atayanlar adına söz sahipleri), bu görevlerini ve sorumluluklarını yerine getirirken, toplum ve kurum üzerinde ‘hak sahibi’ olan paydaşlarla ilişkilerini kapsamaktadır.
Toplumlarda ve büyüklü küçüklü grup ve kurumlarda liderliğin varlık nedeni, temsil ettiği politik, ekonomik ve sosyokültürel paydaşların kendilerine verdiği vekalet ilişkisi ile oluşmaktadır.
Dar anlamı ile vekalet ilişkisi, hak’ların sahibi toplumsal veya kurumsal paydaşlar (asiller) ile, lider/yönetici mevkiindeki temsilcileri (vekiller) arasında, karar verme, kaynak dağıtma ve yürütme yetkilerini de içeren yönetim hizmetlerinin yerine getirilmesi amacı ile bir yetkilendirme sözleşmesini tanımlar.
Ekonomik kurumların mülkiyetleri tek veya birkaç kişiden, daha fazla sayıda kişiye yayıldıkça ve yönetim, sahiplerden çok, onlar tarafından verilen vekaletlerle profesyonel olarak çalışan lider/yöneticilerde toplanmaya başlayınca, maliklerin yönetim üzerindeki denetimi azalmakta ve ‘hak sahipleri’ ile ‘söz sahipleri’ arasında sorunlar ortaya çıkmaya başlamaktadır.
Sorunlar genellikle vekil söz sahibi lider/yöneticilerin, asil hak sahibi toplumsal/kurumsal paydaşların çıkar ve yararları doğrultusunda hareket edip etmediği ile ilişkili olmaktadır. Gerçekten temsilci liderler, hak sahibi paydaşlarının çıkarına ve yararına yönlendirme ve yönetim yapmakta mıdırlar?.. Eğer yapabiliyorlarsa iyi bir yönetişimin; yapamıyorlarsa kötü bir yönetişimin sözkonusu olduğu akla gelmektedir.
İş yaşamında/ekonomik kurumlarda yönetişim(kurumsal yönetişim) tartışmalarının temeli sayılabilecek iki yaygın görüş bulunmaktadır;
Pay Sahipleri yaklaşımı taraftarlarına göre, kurumlarda hak ve dolayısı ile söz sahipleri, onu kuran, sermayesini sağlayan ve riske girerek toplum gereksinimlerini karşılamaya çalışan pay sahipleridir.
Bu görüşün aksi olan yaklaşımdaki paydaş grup yaklaşımı ise, pay sahipleri yanında kurumlarda çalışanlar, tedarikçiler, kredi sağlayanlar, tüketiciler, vergi daireleri, resmi makamlar ve diğer toplumsal paydaşların da kurumsal faaliyetlerin yürütülmesi için bireysel/kamusal girdiler sağladığını, bu bağlamda bu paydaşların da kurumlarda hak ve dolayısı ile söz sahibi oldukları yönündedir.
Bırakınız paysahibi veya paydaş grup yaklaşımına sahip lider/yönetici ile paysahipleri /paydaşlar arasındaki olağan ilişkileri, işyaşamında ekonomik kurumlarda kurumsal amaçları gerçekleştirmek için seçilen ve önderliği kabul edilen liderlerin, zaman içinde, sağlıksız ve ileri düzeyde bencil ve özkorunmacı yönetim tarzları ile toplumsal/kurumsal amaçların ötesinde kendi çıkarları doğrultusunda liderliklerini sürdürmeye çalıştıkları da görülebilmektedir.
Yukarıdaki paragrafta iş yaşamındaki kurumlar için yapılan açıklamalar, daha büyük ölçekli kurumsal yapılarda görev yapan politik/kamusal liderlik için de geçerlidir.
Politik liderler de bir vekalet ilişkisi ile onları temsilci olarak seçen/atayan toplumsal paydaşları(hak sahipleri) adına söz sahipleridirler. Bu liderler içinde yer aldığı ve seçilerek atandığı toplumlarda kamusal bir değer yaratmak amacı ile hizmet vermek üzere seçilmişlerdir. Burada sözü edilen ‘kamusal değer’ anlamı ekonomik/iş yaşamında faaliyet gösteren kurumlardaki ‘pay sahipleri değeri’ ile aynı anlamı taşıyan kavramdır.
Gerek kurumsal, gerekse politik/kamusal, her iki liderlik de hak sahibi olan paydaşlarının (ekonomik veya politik paydaşlar) söz sahibi temsilcileridir; ve paydaşları ile karşılıklı iyi ilişkiler (iyi yönetişim) içinde bulunmak durumundadırlar. İyi yönetişim sonunda hak sahiplerinin refah ve huzuru(kurumsal açıdan pay sahipleri/paydaşların değeri; toplumsal açıdan kamusal değer) yükselmesi mümkün olabilecektir.
Politik, ekonomik ve sosyokültürel ortam ve kurumlarda lider/yönetici ile paysahipleri/ paydaşları arasında iyi yönetişim, başka bir deyişle, karşılıklı ilişkilerin her kesimi tatmin edebilecek uyumlu bir şekilde sağlanabilmesi için, hak sahibi olduğunu iddia edenlerin söz sahibi olanlar üzerinde egemenlik ve kontrol sağlayabilmesini temin eden mekanizmalar bulunmaktadır.
Ekonomik ve sosyokültürel ortamlarda yönetim kurulları, yönetici ücret ve teşvik sistemleri, güçlendirilmiş pay sahipleri , yönetici emek pazarı gibi kurumsal mekanizmalar; politik/kamusal ortamlarda da yapısal, işlevsel ve stratejik kamusal kurum ve mekanizmalar aracılığıyla ile hak sahipleri, söz sahiplerini denetleyebilme olanağı bulabilmektedirler.
Ama, her iki liderlik ortamı ile ilgili iyi yönetişim denetim mekanizmaları konusunda açıklamalar bu yazıda yer almayacaktır. Bu konuda kapsamlı bilgilenme için alanda uzman eserlere başvurulması doğru olacaktır.
Burada bir parantez açmak isterim…
Kurumsal Yönetim mi?.. Kurumsal Yönetişim mi?..
İşletme ve yönetim alanında ‘Yönetim’ kavramı bazen bir süreç olarak anlaşılmakta ve ele alınmakta, bazı hallerde bu süreçte yer alan yöneten kişi veya insanlardan oluşan bir organ olarak anlaşılmakta, bazen de bir bilgi ve beceri topluluğu olarak tanımlanmaktadır.
Bir süreç olarak ‘yönetim’, bir işletmenin/örgütün amaçlarını gerçekleştirmek için sahip olduğu üretim kaynaklarını (doğal kaynaklar, insan kaynakları, sermaye, hammadde, makineler v.s) etkili ve verimli olarak kullanması süreci olarak tanımlanmaktadır.
Yönetimin süreç olarak daha geniş olarak yapılmış tanımına ise süreçteki yönetim fonksiyonları da katılmakta ve işletmenin/örgütün, elindeki kaynaklarını planlayarak, organize ederek, yürüterek ve kontrol ederek, etkili ve verimli bir şekilde kullanması ve amaçlarını gerçekleştirmesi süreci olarak tanımlanmaktadır.
Yine süreç olarak yapılan başka bir ‘yönetim’ kavramı tanımlaması, işletmenin/örgütün, elindeki kaynaklarını planlayarak, organize ederek, yürüterek ve kontrol ederek, diğer insanlar aracı ile, etkili ve verimli bir şekilde kullanması ve amaçlarını gerçekleştirmesi süreci şeklinde yapılanıdır. Dikkat edilirse burada, işletmenin kaynakları(doğal, insan, sermaye, v.s.) içinde yer alan insan kaynağı ayrıştırılıp ‘diğer insanlar aracı ile’ ibaresi ile vurgulanarak tanım içine konulmuş ve yönetimin birileri tarafından diğer kişilerin kullanılarak yapılması hususu ön plana çıkarılmıştır.
Tüm bu kabul edilmiş tanımlarda ‘yönetim’ kavramı, örgütsel bir amacı gerçekleştirmek için kullanılan unsurlarla/kaynaklarla oluşturulan yapı ve faaliyetler topluluğu olarak açıklanmaktadır.
‘Yönetişim’ kavramı ise, yukarıdaki paragraflarda bahsedildiği üzere, toplum/kurumların yönetimi ve yönlendirmesi ile görevli ve sorumlu liderlerin/yöneticilerin(söz sahipleri), bu görevlerini ve sorumluluklarını yerine getirirken, kendilerini vekil olarak sözleşme ile yetkilendiren toplum/kurum üzerinde ‘hak sahibi’ paydaşlarla karşılıklı ilişkilerini ve bu ilişkilerin nasıl düzenleneceğini kapsamaktadır.
Burada hak sahibi paydaşlar ile söz sahibi lider/yöneticilerin arasında vekalet sözleşmesi ile doğan karşılıklı bir ilişki söz konusudur. Hiçbir taraf(hak sahipleri veya söz sahipleri) diğerini yönetmemektedir; aralarında amaca yönelik, unsurlardan ve aşamalardan oluşan bir yapı veya yönetim süreci söz konusu değildir. Bu bağlamda ‘yönetişim’ kavramı, ‘yönetim’ kavramından farklı bir tanımlamaya sahiptir, ve farklı bir anlam ifade etmektedir.
Hak sahipleri ve söz sahipleri arasındaki bu karşılıklı ilişki, Türkçemizde çok yerinde bir ifade ile ‘yönetim’ sözcüğüne bir son ek konularak ‘yönetişim’ olarak adlandırılmaktadır.
Türkçe de ‘iş, ış, aş, uş, şi, şu, şim, iştik, uştuk’ ve benzeri son ekler genellikle bir ‘karşılıklılığı’ ifade eder. ‘Veriştirdik, atıştık, vuruştuk, selamlaştık, anlaştık gibi sözcükler; vermek, atmak, vurmak, selamlamak, anlamak gibi sözcüklere takılan son eklerle karşılıklılık ifadesi kazanır. Örneğin; ‘Attım-Atıştık; Vurdum-Vuruştuk; Selamladım-Selamlaştık; Anladım-Anlaştık gibi…
Bu bağlamda kurumlarda hak sahipleri(paydaşlar) ile söz sahipleri(yönetici/liderler) arasındaki sözleşme ile devredilen yetki sonucu oluşan karşılıklı ilişkinin, alanda kabul edilmiş farklı bir anlamı(yönetim organı veya sürecini) çağrıştıran ‘ kurumsal yönetim’ sözcüğü yerine, karşılıklılık anlamını çağrıştıran ‘kurumsal yönetişim’ sözcüğü ile ifade edilmesi bana daha uygunmuş gibi geliyor.
ingilizce dilinde de, ‘Corporate Management’ sözcüğü, kurumlarda genellikle yönetim organ ve süreçlerini ifade etmekte kullanılırken, ‘Corporate Governance’, sözcüğü kurumlarda yetkilendirilmiş görevliler ve paydaşlar arasındaki ilişkilerde hak/temsil ilke ve düzenini çağrıştıran bir anlamda kullanılmaktadır.
Ama, bazen terim ve kavramlar arasındaki ayırt edici anlamsal farklılıklar üzerinde çok durulmamakta, hatta birbirlerinin yerine kullanılmasında bir sakınca da görülmemektedir. Bu kullanımların alışıldığı şekilde dillendirilmesinde bir zarar da görülmemektedir.
Ben de çoğu zaman ‘Kurumsal Yönetişim’ yerine, alışılmış ‘Kurumsal Yönetim’ sözcüğünü kullanıyorum…
Ama açık ve seçik tanımlama, sınıflama ve anlamsal birlik sağlayan mesleki jargonun, işletme ve yönetim bilimleri alanındaki farklı açılımları ve gelişimleri hızlandıracağını düşündüğüm için bu konudaki görüşlerimi meslektaşlarımın bilgisine sunmak istedim.
Tekrar konumuza dönelim…
Geleceğin dünyasında huzur ve refah yolunda yüksek performans gerçekleştirebilecek etkili liderler her zaman aranacak, tercih edilecektir. Ama liderliğin sürdürülebilirliğinde onların paydaşlar nezdinde iyi yönetişim ortamı yaratması da etkili olacaktır.
İlköğretim yıllarımızda karnelerimizde bulunan hal ve gidiş notu biz öğrencilerin öğretim dönemleri içindeki davranış durumları hakkında velilere fikir verirdi. Çoğu öğrencinin karnesinde bu not ‘Pekiyi’ olarak yer alırdı. Yetişkinlik dönemlerinde böyle bir davranışsal değerlendirme notu verilmiyor. Hele toplum önderleri, liderler için bu yönde bir değerlendirmeye çok az rastlıyoruz.
Kurumsal ve kamusal liderliğin ‘yönetişim’ ile sınavı, liderin ‘Hal ve Gidiş’ notunu belirler…
Not’ları da paydaşlar verir…
Toplumsal ve kurumsal refah, mutluluk ve özgürlük alanında hal ve gidişin ‘Pekiyi’ olduğu bir lider karnesi görmek, her yurttaşın/paydaşın hakkıdır.
Görev dönemleri sonunda, liderlerin ‘yönetişim’ sınavına iyi hazırlanmaları gerekiyor…