Küreselleşen dünyada yeşermeye başlayan Neo-merkantilist düşünceler uluslararası işletmecilik yönetimi ve ticaretini ayrı bir kulvarda, farklı bir yöne doğru sürüklenme eğilimine sokmuştur. Bu eğilim bağlamında başlıkta yer alan Latince söylemin çevirisi ile “Nereye gidiyor(sun) ?..” sorusunu sormanın zamanı geldi galiba…
İşletme ve yönetim konularının ağırlıklı olarak ele alındığı bu sitede hernekadar makroekonomik konulara fazla yer vermeyeceğimizi belirtmiş olsak da, bu yazımızda tüm ülkelerde ulusal veya uluslararası alanda faaliyette bulunan her ölçekteki işletmeyi etkileyen Neo-merkantilist odaklı yeni yönelim ve görüşleri incelemeye çalışacağız.
Ülkelerin Üstünlüğü; Karşılaştırmalı Üstünlükler ve Rekabetçi Üstünlükler
Uluslararası işletmecilikte bir ülkenin diğer ülkelere kıyasla üstünlüğü, sözkonusu ülkenin sahip bulunduğu verimli kaynak, iş süreçleri ve yönetim politikalarının kendisine kazandırdığı yetenekleri kullanarak yaptığı her hangi bir ekonomik faaliyeti, diğer ülkelerden daha verimli ve etkili olarak gerçekleştirmesi durumunda ortaya çıkmaktadır.
Ülkelerin birbirleri ile ticaretinde üstünlük sağlamasıkonusundaki görüşler iki boyutta ele alınarak incelenmektedir.
Üstünlüğün ticarette bulunan ülkelerin sahip olduğu veya kolayca erişebildiği üretim faktörlerinin özellikleri ve yetkin ticaret politikalarının yönetiminden kaynaklandığı görüşü ile konuları ele alan araştırmacılar karşılaştırmalı üstünlükler temelinde analizlerini yürütmekte ve açıklamalarını yapmaktadırlar.
Bu görüş sahipleri, ülkeler arası ticarette üstünlüklerin ülkenin sahip olduğu üretim faktörlerinden kaynaklandığını, buna göre de ülkelerin, üretim faktörlerini temel alan analiz ve ticaret politikaları geliştirmelerini önermektedirler. Onaltıncı yüzyıldan itibaren filizlenen Makro odaklı bu bakış açısı, ülkeye özgün üstünlüklerin incelenmesine yönelik çalışmaların üzerine yoğunlaşır. Merkantilizm(T.Nun), Mutlak Üstünlükler(A.Smith), Karşılaştırmalı Üstünlükler(D.Ricardo), Faktör Donanımı teorileri(Heckscher-Ohlin), gibi çalışmalar ülkeye özgün üstünlüklere yoğunlaşan klasik çalışmalar arasında yer almaktadır.
Diğer bir görüş, karşılaştırmalı üstünlüklere sahip ülkelerin avantajlı olduğunu kabul etmekle birlikte, ülkede sınırötesi faaliyetleri yürütecek işletmelerin sahip oldukları varlık ve yeteneklerine dayalı rekabetçi üstünlüklerininde, ülkelere üstünlük kazandırdığını ileri sürmektedir. Bu görüş sahipleri ülke üstünlükleri konusunda analizlerini işletmelerin faaliyette bulundukları pazarlarda stratejik ve rekabetçi üstünlüklerine dayandırmakta, çalışmalarına işletmeye özgü üstünlüklerin sağlanacağı konuları dahil etmekte, başka bir deyişle mikro temelde çalışmalara ağırlık vererek sınırötesi ticarette üstünlük yaratılmasına gayret edilmesini önermektedir. Yirminci yüzyılın ürünü olan Mikro bakış açılı, işletmeye özgü yetkinliklerin incelenmesine yönelik önde gelen çalışmalar arasında; Ülke Benzerliği(S.Linder), Ürün Yaşam Evresi(R.Vernon), Küresel Stratejik Üstünlük(Krugman -Lancaster) , Ulusal Rekabet Üstünlüğü(M.Porter) teorileri yer almaktadır.
Onaltıncı ve Yirminci yüzyıllar arasında ülkeye özgün üstünlüklerin üzerine yoğunlaşan teoriler arasında D.Ricardo’nun ‘Karşılaştırmalı Üstünlükler’ ve Heckscher-Ohlin’in ‘Faktör Donanımı’ teorileri günümüzde de uluslararası işletmecilik ilkelerinin temellerini oluşturmaya ve etkilemeye devam etmektedir.
Yirminci yüzyılda işletmeye özgü üstünlüklere yoğunlaşan çalışmalar arasında ise M.Porter’ın birleştirici ve bütünleştirici ‘Ulusal Rekabet Üstünlüğü’ yaklaşımı günümüzün uluslararası işletmecilik alanında önkabulu yüksek, önde gelen bir teoridir.
Neo-merkantilist Görüşlerin Yeşermesi
Ancak dünyamız Yirmibirinci yüzyıla girerken uluslararası ticaret ilişkilerinde 16. yüzyıl çıkışlı merkantilist bakış açılı görüş ve düşünüşler yeniden sahneye sürüldü ve tartışılmaya başlandı. Günümüzde Neo-merkantilizm olarak adlandırılan bu yeni bakış açısı 2017 yılında ABD’de göreve gelen yeni bir başkan ile birlikte daha da sürat kazandı.
2017-21 dönemi ABD Başkanı Donald Trump’ın seçim kampanyasında politik, ekonomik, teknolojik, sosyokültürel ve uluslararası alanlarda ileri sürdüğü çeşitli argümanlardan ikisi, sınırötesi ticari faaliyetlerin, ABD yurtiçine kaydırılması ile ilgili idi. Bu görüş diğer bazı devletlerin politikalarında da taraftar buldu ve tartışılmaya başlandı.
Başkan Trump, adaylık sürecinde bu konularda kısaca aşağıdaki hususları ifade ediyordu:
“…Uluslararası ticarette adil bir durum söz konusu değildir. Başta Çin olmak üzere ABD’nin ticari ortaklarının çoğu haksız rekabetle çıkar sağlamakta ve ülkemize zarar vermektedirler. Bunun sonucunda ABD’nin dış ticaret dengesi devamlı açık vermektedir… ABD şirketleri yatırımlarını yurtdışına yapmayı tercih etmektedirler… Böylece ABD sermayesi yabancı ekonomileri canlandırmakta, ama kendi yurttaşları da dışarı giden yatırımlardan dolayı iş’lerini kaybetmektedir. Bu durum ABD’de istihdam düzeyini düşürmekte, milli geliri, ve aile gelirlerini de azaltmaktadır…”
Yukarıda şekilde kısaca açıkladığı ekonomik sorunları Başkan Trump şöyle çözmeyi öneriyordu:
“… Başta NAFTA ve TPP(Trans Pasifik Ortaklığı) anlaşmaları olmak üzere uluslararası tüm ticari bölgesel ve ikili anlaşmalar gözden geçirilmeli ve sınırötesi ticari ilişkilerde ABD ye zarar veren haksız durumlara izin verilmemelidir. Bunu gerçekleştirirsek ABD dış ticaret açığı önlenecektir…ABD şirketleri yurtdışı yatırımlarını ABD ye geri getirmelidirler. Bunun için gereken vergisel ve idari düzenlemeler hemen gerçekleştirilecek ve yatırımların yurtiçinde yapılması teşvik edilecektir. Böylece ABD yurttaşları için yeni iş’ler yaratılacak, istihdam düzeyi yükselecek, aile gelirleri ve toplumsal milli gelir artacaktır…”
Aslında Başkan Trump’ın bu söylemlerinin içerdiği görüşler yeni değildi. Onaltıncı yüzyıldan itibaren ortaya çıkan Merkantilist görüş açısı da aynı söylemleri içermekteydi:
“….Merkantilizm, ülkelerin refahının sahip oldukları altın ve gümüş(para) miktarına bağlı olduğunu ileri sürmektedir. Bu nedenle ülkeler sahip bulundukları altın ve gümüş miktarını çoğaltmak için ihracat yapıp karşılığında bu kıymetli paraları kazanması gerekir. Ülkenin tüm toprakları ve diğer imkanları, tüm hammaddeler ve yarı mamuller yurtiçi üretim faaliyetlerine ayrılmalı ve tamamlanmış son ürün olarak üretim gerçekleştirilmelidir. Katma değeri yüksek olan tamamlanmış ürünler yabancı ülkelere altın ve gümüş karşılığı ihraç edilmelidir. İthalat’tan mümkün olduğunca kaçınılmalıdır, çünkü ithalat altın ve gümüş’ün(para’nın) yabancı ülkelere gitmesine neden olur…”
Dikkat edileceği üzere Merkantilist görüş taraftarları, ülkeler arasında yapılacak sınırötesi faaliyetleri, ticaretten iki tarafın da kazandığı bir faaliyet olarak görmemektedirler…
Günümüzde Neo-merkantilizm olarak adlandırılan benzer görüş taraftarları, ülkeler arasında adil koşullar sağlanmadan yapılan serbest ticaretin ülkeleri zor duruma sokabileceğini ileri sürmektedir. Bu nedenle yurtiçi üretimin geliştirilerek, adil olmayan koşullarda yapılan ithalatın azaltılmasını ve böylece dış ticaret dengesinde fazla yaratabilecek düzenlemelerle sermayenin yurtiçinde kalması uygulamalarını desteklemektedirler.
Başkan Trump’dan hemen hemen 155 yıl önce ABD’ nin iç savaş dönemindeki başkanı Abraham Lincoln de aynı konularda benzer görüşleri, kendi ifadeleri ile şöyle açıklıyordu:
“… Gördüğüm ve bildiğim şudur; Yurtdışında üretilmiş malları ithal ederek satın aldığımızda, biz malları alıyoruz, yabancılar ise parasını alıyorlar…Aynı malları yurtiçinde üretirsek, hem mallar bizim olacak, parası da yine bizde kalacak, sermaye birikimimiz yükselecektir…”
Çoğu kişi bu görüşleri doğru bulmakta ve benimsemektedir. Gerçekten de bu görüşler doğru’dur, ama bir yönü ile de eksiktir.
Görüş bir bağlamda doğrudur; çünkü yurtiçinde üretilen malların satın alınması gerçekleştiğinde parası gerçekten ülke içinde kalır.
Görüş başka bir yönü ile eksiktir; çünkü sadece mallar ve gelirleri üzerine odaklanmakta, ama üretimde gerekli emek, doğal kaynaklar, hammadde gibi üretim faktörlerini göz ardı etmektedir. Unutmamak gerekir ki, yurtiçinde mal üretimi yapıldığında verimli olsun veya olmasın, yurtiçi kaynakları (üretim faktörlerini) kullanmamız gerekir.
Halbuki, malları yurtiçine göre daha elverişli fiyatla yurtdışından ithal ettiğimiz takdirde, üretimde gerekli olan kaynakları(üretim faktörlerini) da yabancılardan sağlamış oluruz. Böylece serbest kalan kendi kaynaklarımızı daha verimli bir şekilde uzmanlık alanlarımızda mal üretimi yaparak değerlendirebiliriz. Yani, verimlilikleri nedeni ile daha ucuz olan yabancı malları ithal edip, kendi kaynaklarımızı verimli olduğumuz uzmanlık alanlarımızda kullanarak, mallarımızı daha elverişli fiyatlarla yurtiçi piyasalara arz eder, üretim fazlasını da ihraç edebiliriz. Böylece ülkeye daha fazla gelir sağlayabiliriz.
Sahip olduğumuz kaynaklardan verimli olarak yararlanmak yanında, uzmanlaşılan alanlarda kullanılmasının getirisi de yüksek olmaktadır.
Örneğin, bir mağazadan bir takım elbise satın almış olsak, biz malı alırız, mağaza sahibi de parayı almış olur. Bu karşılıklı davranış çok doğru ve rasyonel bir davranıştır. Farklı bir şekilde, hem mal’a sahip olalım, hem de para bizde kalsın düşüncesi ile, uzmanı olmadığımız bir alanda(terzilik) kendi elbisemizi dikmeye çalışırsak, sonuçta mal da, para da bizde kalmış olur. Ama uzmanlaştığımız ve daha verimli yapacağımız iş’leri(örneğin, mesleğimiz olan boyacılık) de, kaynaklarımızı tükettiğimiz için, kendimiz yapamayıp başkasına daha pahalıya yaptırmak zorunda kalırız.
Ülkeler için de aynı durum söz konusudur. Bir ülke mutlak üstünlüğe sahip bulunsa bile her türlü mal ve hizmeti kendi ülkesinde üretmek düşüncesi ile kaynaklarını(üretim faktörleri) tüketmemelidir. Kaynaklarını ve çabalarını fırsat maliyeti temelli karşılaştırmalı üstünlüğü bulunan, uzmanlığı ve verimliliği yüksek mal üretimi için ayırmalıdır. Verimli olamadığı, uzmanlığı bulunmayan malları ise daha verimli olarak üretip, ucuza satan diğer ülkelerden satın almalıdır.
Bu konuda başarılı olabilmek için ülkelerin öncelikle yapması gereken, hangi mal ve hizmet alanlarında, verimliliğe, karşılaştırmalı üstünlüklere sahip olunduğunun irdelenmesi ve uygun hareket tarzının belirlenmesidir.
Kısaca, ülke kaynakları(üretim faktör) verimliliği düşünülmeden, sadece ithalatı azaltarak ödemeler dengesini olumlu etkileyecek çıktı(mal) bazlı değerlendirme yaparak karar vermek, uluslararası işletmecilik ve ekonominin temel ilke ve kuramlarını göz ardı etmek olur.
Yeşeren Neo-merkantilist yönelimler bağlamında sorumuzu bir daha soralım…
Uluslararası İşletmecilik ve Ticaret faaliyetleri… Quo Vadis ?..