İşletme ve yönetim alanındaki araştırma ve çalışmaların baskın ve yaygın bilgi üretim yöntemi (epistemolojisi), olan modernist yaklaşım olayları objektif ve fiziki bir gerçeklik olarak ele alır. Olaylar tüm ilişkileri ile birlikte, objektif ve bağımsız gözlemlerle(ampirizm) desteklenen akılcı (rasyonalist) yöntemlerle incelenerek sonuçlandırılır.
Bu yaklaşımda bilgiler işletme dışı ve içi çevreden toplanıp analiz edilir. Ardından da bilinçli olarak alternatifler ortaya konularak ve bunlar arasından duruma uygun akılcı bir seçimler yapılır. Varılan sonuçlar veya çözümler, tüm olasılıkların akılcı (rasyonalist) olarak irdelenmesi ve değerlendirilmesiyle olur. Böyle bir yaklaşım çok iyi yapılandırılmış ve geliştirilmiş analitik becerileri ve geniş bir bilgi birikimini gerekli kılar.
Rasyonalist yaklaşımın karşıtı ‘rasyonel olmayan-non-rational’ yaklaşımdır. Rasyonel olmayan yaklaşım çeşitli biçimlerde bulunabilir. İrrasyonel, duygusal, sezgisel ve politik diye adlandırılan çeşitli yaklaşımlar rasyonel olmayan düşünce biçimlerinden bazılarıdır. Rasyonel olmayan formlar genel olarak işletme ve yönetim stratejistleri tarafından fazla kabul görmezler.
Yaşamsal gerçeklerin anlaşılmasında ise acaba rasyonel(akılcı) olmak tek başına yeterli midir?.. İnsan toplumsal ve iş yaşamında sadece rasyonalist midir?.. Veya ne kadar rasyonalisttir?..
Batı Düşüncesinde Mythos/İnanç ve Logos/Akıl Çağı : Tarihi Süreçte Kısa Bir Gezinti
Batı düşüncesinde, insanlık tarihinin en eski antik dönemlerini kapsayan Mythos/İnanç çağı, doğal ve sosyal olayların açıklanmasını insanüstü güçlere, mit’lere, din kaynaklı öğretilere, tanrılara atıf yaparak açıklar. Mythos çağı insanlık tarihi kadar eski ve oldukça uzun süren bir dönemdir.
Çok sonraları, yine antik çağda, M.Ö 6. Yüzyılda Antik Yunan’ın yedi bilgesinden ilki sayılan, İyonya Aydınlanmasının başlatıcısı Thales (M.Ö.624-545) ile başlayan düşünsel devrimde, gerçeği anlama ve açıklamada geleneksel mit(myth) ve din kaynaklı öğretiler yerine akılcı(rasyonalist) açıklamalar getirilmeye başlandı. ‘Akılla temellendirilmiş söz’ anlamına gelen Logos çağı olarak tanımlanan bu yeni dönemde doğa, sosyal olaylar ve evreni akıl yolu ile kavrama çabalarının insanlık tarihini farklı bir yöne çevirdiği şüphesizdir.
Böylece Mythos çağının yaratmış olduğu ‘Homo Credo-İnanç İnsanı’, Logos çağının düşünsel devrimi ile birlikte ‘Homo Rationalis-Akıl İnsanı’na dönüşmüş oluyordu. Yeni dönemle insanlığın tüm sorunlarının akıl ve bilimle çözümlenme evresi başlamıştı.
Ama yine de inanç çağının artıkları ile ve bilhassa zamanın dini kurumları vasıtası ile yönlendirilen inanç temelli yaşam, ortaçağ ve yeni çağın ilk yarısında etkisini sürdürmeye devam etti. Örneğin, meteorların doğası konusunda genel kabul gören dünya merkezli görüşlere karşı çıkan, modern fiziğin/bilimin kurucusu atalarından biri kabul edilen Galileo Galilei’nin (1564-1642), bilimsel yöntemlere dayalı güneş merkezli iddiaları, katolik kilisesi engizisyonu tarafından kutsal kitap İncil’i yeniden yorumlama sebebi öne sürülerek dava konusu yapılmış ve Galileo’ya bu iddiasından vazgeçmesi için baskı yapılmıştır.
Ama yine de inanç temelli baskıcı yönelimlerle gelinen yeni ve yakın çağlarda, modern felsefenin kurucu atası Rene Descartes (1596-1650) ile rasyonalizmin temelleri daha da derinleşti. Auguste Comte(1798-1850) aklın egemenliğine dayanan pozitivizm ile toplumların modernleşeceğini açıklarken, Friedrich Nieztsche(1844-1900), insan aklını yadsıyan, bu bağlamda da toplumsal yaşam ruhuna aykırı bir kilise pratiği olarak tanımladığı, dini inanç kaynaklı Tanrının artık kalabalıklarca kabul edilmediğini, başka bir deyişle, ‘Tanrının öldüğünü’ ilan etmekteydi. Herbert Spencer(1820-1903) ise sanayileşen toplumların daha akılcı hareket edeceklerini, ve barışçı davranacaklarını ileri sürmekteydi.
Aslında tüm düşünürler bu konuda biraz yanılmışlardı. Logos çağında da ‘inanç’ yerini hiçbir zaman salt olarak ‘akıl’a bırakmamıştı.
Nitekim Emile Durkheim(1858-1917) logos çağında ‘inanç’ ile ‘akıl’ ikilemini barışçı bir uzlaşma zeminine oturttu. İnsan sanıldığı kadar akıllı değil, irrasyoneli rasyonel gösterecek kadar akılcı (rasyonalist) idi. Geçmişte kaldığına ve terkedildiğine inanılan mythos çağının olgu ve olayları ‘inanç’ temelli açıklama yöntemleri, logos çağında akılcı yolla ele alınıp incelenmeye çalışılırken, bir yandan da yepyeni toplumsal mit’ler üretiliyordu.
Bilimsel antropoloji sonunda insanı hem rasyonel, hem de irrasyonel olarak tanımladı.
İnsan, kendi başına, bazı olaylar karşısında akılcı (rasyonel) davranmaktaydı, ancak aynı olaylar karşısında ortak bilinç (collective conscience) akılcı değil, irrasyonalistti. Bu bağlamda Durkheim çağdaş toplumların aslında ilkel toplumlardan pek de farklı olmadığını ileri sürmekteydi. Evet, ilkel toplumlar kendi çağlarında tapındıkları putlar, totemler inşa ediyorlardı, ama çağdaş toplumlar da kendi yarattıkları kutsallarının anıtlarını dikmeyi sürdürüyorlardı.
Rasyonalist ve irrasyonalist kavramlardan söz ederken, bu iki kavram arasındaki anlam farkını açıklamak gerekir.
Matematikte rasyonel sayılar yanında irrasyonel sayılar da kullanılmaktadır. Buradaki irrasyonel sayı ‘akıl dışı’ değil, ‘aklın ötesindeki’ sayılardır. Bu bağlamda da irrasyonel kavramının felsefi açıklamada ‘akıl dışını’ değil, ‘aklın ötesini’ işaret ettiğini belirtmek yanlış olmayacaktır.
Nitekim, çağımızda da olayların anlaşılmasında her şey rasyonalist yollarla çözümlenmemektedir. İnsan yüreğinin öyle gerekçeleri bulunmaktadır ki akıl onları kavrayamamaktadır. Ünlü psikanalist, sosyolog ve filozof Erich Fromm(1900-1980) gerçeklerin anlaşılmasının düzeyli bir akıl eyleminden ziyade, kişilik sorunu olduğunu söylemektedir.
Kısaca insan hem rasyonel hem de irrasyoneldir. İnsan, bazı olayları akıl ile çözümlemekte, bazı olaylar karşısında ise aklın ötesini kullanarak çözümlemelere varmaktadır.
İşletme ve Yönetim Alanında Rasyonel Davranış
Olaylar ve sorunların çözümlenme sürecindeki karar verme eylemi bir seçimi ifade eder. Kişinin bir konu üzerinde düşünüp taşınarak, ve eldeki seçenekler arasında kendi görüşlerine göre en doğru veya uygun olanı seçmesi, karar vermenin özünü oluşturur. Yapılan seçim ve bunun uygulaması, kişi veya kurumların başarılı olup olmadığını belirleyecektir. Bu bağlamda karar verme bir sonuca veya amaca yöneliktir, ve karar da bir sonucu ifade eder. Başka bir deyişle, kişilerin vermiş olduğu karar onun sonuçla ilgili tercihini belirtmektedir.
İş yaşamında da karar verme her düzeydeki yöneticilerin önemli ve vazgeçilemez bir görevidir. Başka bir deyişle, karar vermek işletmenin amaçlarına ulaşabilmesi için yöneticinin ‘olmazsa olmaz’ niteliği taşıyan bir görevi ve sorumluluğudur. Bu alanda da kararlar genellikle rasyonel bir süreçle alınabildiği gibi, bazen sezgisel veya duygusal, bazen de politik olarak alınabilmektedir. Kişiler belirsizlik derecesinin yüksek olması, eldeki kaliteli verilerin sınırlı olması, bilimsel karar yöntemleri ile öngörüde bulunamadıkları koşullar altında genellikle sezgilere dayalı karar verme yöntemine başvurmaktadırlar.
Ancak bilimsel işletme yönetiminin rasyonalist temelli pozitivist epistemolojisinde, kararların pozitif iktisat biliminde tanımlanan ‘Homo Economicus/Ekonomik Adam’ gibi düşünülerek ve davranılarak alınması, temel bir ilkedir. Yani, iş yaşamında ve ekonomik ilişkilerde lider, yönetici, tüketici, üretici, kim olursa olsun tüm insanların ekonomik hayattaki düşünce ve davranışlarının, analiz yapılabilecek sürekli bir tercihler kümesi içerisinde kendisine maksimum yarar sağlamaya yönelik olarak belirlendiği önkabulu bulunmaktadır. Gerçek yaşamda rastlanılabilen duygu ve sezgi temelli ekonomik davranışlar pozitif iktisat bilimindeki analizlerde yer almamakta, kabul edilmemektedir.
Adam Smith(1723-1790) ve David Ricardo(1772-1823) çalışmalarından ilham alarak John Stuart Mill (1806-1873)tarafından literatüre kazandırıldığına inanılan ‘homo economicus/ekonomik adam’ kavramının temel özelliği, yararını maksimize etmeye hedefli olarak karşılaştığı tercihler ve göreli maliyetler arasındaki optimum dengeyi yansıtan karar ve davranışlara sahip bulunmasıdır. Bu bağlamda ‘ekonomik adam’ ekonomik düşünce, karar ve davranışlarında iyilik, yardımseverlik gibi değerlerle, sezgilerle, ve kehanetlere dayanarak değil, verilere aklı ile yaklaşarak tercih yapan bir rasyonalisttir.
‘Ekonomik adam’ eğer bir tercih yapmıyorsa, yani bir karar almaya gereksinim duymuyorsa, bu demektir ki, ekonomide her şey yolundadır, tüm kişi ve kurumlar eş anlı olarak en iyileme(optimum) yapmış durumdadır, ve kimse eniyileme yapmaya gerek duymamaktadır. Başka bir deyişle, tüm ekonomik unsurlar denge (herkesin eşanlı en iyileme yaptığı, hiçbir birey ve kurumun davranış kararları ile artık yarar sağlayamayacağı) durumundadır. Ama denge durumu, bütünsel ekonomi ve farklı piyasalar için çok özel bir durumdur ve her an değişime açıktır.
Bu ilkeden hareketle bir bilim de olan işletme yönetimi alanında ‘Ekonomik Adam’ gibi davranmaları beklenen iş adamlarının bireysel ve kurumsal rasyonel karar/davranış süreçlerinde; (a) sözkonusu karara ilişkin tüm maliyetlerin, yararların ve risklerin eldeki verilere ve kanıtlara dayalı olarak(ampirizm), mantıklı bir şekilde rasyonalist(akıl ile) değerlendirilerek (b) seçenekler arasından en iyi olanı(eniyileme/optimum) seçmelerinin doğru olacağı çıkarımını ekleyebiliriz.
Rasyonel karar verme işi bir süreçtir. Yani, arzu edilen sonuçlara ulaşabilmek için belirli bir başlangıç noktasından hareket edilen, bunu izleyen değişik faaliyet ve düşünceler sonunda bir seçimin yapıldığı, bir işler topluluğudur.
Bu süreç, birbiri ardına gelen ve optimal sonuca odaklı ve mantık kurallarına uygun bir faaliyetler topluluğundan(amaç belirleme, irdeleme, seçeneklerin belirlenmesi ve değerlendirilmesi, seçim kriterlerini oluşturarak seçimin yapılması) oluşur.
İş Yaşamında Gerçekten Rasyonel Karar Veriliyor mu?.. İş Adamları Gerçekten Optimum(Eniyileme yaparak) Davranıyor mu?..
Ancak, toplumsal, ekonomik ve iş yaşamında rasyonel karar verme modeli tam olarak uygulanamamaktadır. Bunun nedeni, karar verenlerin ne kadar akılcı olmaya gayret ederlerse etsin tüm bilgilere sahip olamaması ve bunları kısıtlı beyinsel kapasiteleri dolayısı ile tam olarak değerleyememesinden kaynaklanmaktadır.
Herbert Simon(1916-2002) bu durumu kısıtlı rasyonellik (bounded rationality) olarak tanımlamaktadır. Böyle bir durumda da, tüm seçenekler doğal olarak ortaya çıkarılamamaktadır. Yani, kişi kısıtlı yetenekleri nedeni ile, karmaşıklıktan uzak basit modeller üreterek karar verme eğilimine girmektedir. Başka bir deyişle, kısıtlı rasyonellik yeterli tatmin esasına dayanır ve yeteri kadar optimum(en iyi) çözümleri bulduğunda, o çözümü kabul eder. Bu bağlamda işadamları/yöneticilerin ekonomik davranışları da optimizasyon modeli ile uyumlu davranışlardır.
Ama kişilerin kendini kontrol edemediği durumlarda, görevlerinde deneyimsiz olduğu ilk zamanlarda, optimum davranmak kolay değildir. Son yıllarda yeni bir yaklaşım olarak ekonomi bilimi alanında başlatılan Davranışsal Ekonomi çalışmaları, kişilerin optimizasyon(eniyileme) yapmayı başaramadıkları durumları inceler ve optimum olamayan(duygusal, sezgisel, politik, v.s.) karar ve davranışları ekonomi ve psikoloji kuramlarını bir araya getirerek açıklamaya çalışır.
Ayrıca, ‘Ekonomik Adam’ ilkesi ile hareket edilerek kararların rasyonel olarak alınmasının en uygun bir yöntem olmasına rağmen, yine de bu sürecin gerçekleştirilmesi aşamalarında daha başka hatalar da yapılabilmektedir. Örneğin; kişiler karar verirken genellikle; (a) eldeki hazır bilgi/verileri yeterli görüp, görünen en kısa yolu tercih etmekte(availability heuristic), (b) karşılaşılan olaylar arasında analoji yaparak karar vermekte(representative heuristic), (c) hatta karşılaştıkları olayla ilgili karar verirken geçmişteki benzer olaylara bağlı kalarak karar vermektedirler(escalation of commitment).
Hata yapmamak hiçbir yönetici için mümkün değildir. Ama yine de olduğunca rasyonele yakın karar verebilmek için karar vericilerin yukarıda belirtilen türde hatalara mani olmaları konusunda çaba göstermeleri doğru olacaktır.
Bilim yönü ile yaklaştığımız işletme yönetiminde, yöneticilerin ‘Ekonomik Adam’ ilkesi temelli rasyonalist karar ve davranışları konusunda açıklamaların yer aldığı bu yazı, dikkat edileceği üzere modernist, pozitivist yaklaşımların doğrultusunda kaleme alınmıştır.
Ama, değerli meslektaşlarımın çok iyi bildikleri gibi, işletme yönetimi aynı zamanda bir sanattır…
Genel olarak ‘Sanat’ kavramı, insan yaratıcılığının, hayal gücü kullanarak estetik değeri bulunan soyut ve somut ürünler/faaliyetler oluşturmasını ifade etmektedir. Sanat, bir anlamda, sanatçının olay ve düşüncelerinin duyuş, sezgi, hayal gücü ve yaratıcılığının imgelerle özgürce dışa yansıtıldığı bireysel bir ifadedir.
İşletme yönetimi ile ilişkili olarak kabul edilen ‘Sanat’ sözcüğü ise, yukarıdaki paragrafta ifade edilenden ziyade genellikle, birikmiş bilginin yaratıcı bir biçimde uygulamaya aktarılma becerisini/maharetini işaret eden ‘Zanaat’ anlamındadır.
Yaşamımızın son birkaç yılındaki küresel gelişmelerin ışığı altında, işletme yönetimi alanında da rasyonalist önkabullü etkililik ve verimlilik odaklı modernist yaklaşımlı çalışmalar yanında, eklektik(seçmeci, kaynaştırıcı), artistik, estetik, ve aklın ötesi(akıl dışı değil) yönetim paradigmalarının önem kazanacağı, işlerin bu gelişimler doğrultusunda yönetileceği ve gerçekleştirileceği günler sanırım çok uzak değil…
Zanaata yürek ile yaklaşıldığında gerçekten sanat olur, derler…
Batı Düşüncesinde Mythos/İnanç ve Logos/Akıl Çağı Bölümü Temel Kaynak: Prof.Bozkurt Güvenç’in(1926-2018) Taha Akyol’a yazdığı, ve Milliyet gazetesinin 12.06.2003 tarihli nüshasında yayınlanan mektubundan, websitesi yazarı tarafından derlenmiştir.